AHiR ZAMAN YOLCULARI
Ahir ZamaN Yolcusu KalmasıN

DeriN GündeM___Dogruları Söylemekten Kormayın

____________________RESME TIKLAYIN YEM VERiN BiZE____________________

MASONLARIN 50.000 YIL ÖNCEKi ATALARI

14:08

MAYA UYGARLIGI VE GIZEMLI

YASANTILARI SEYTAN AYINLERI


MAYALARA NE OLDU?????


Yüzyilin basindan beri bilim adamlari Mayalar'in kim olduklarini, nasil yasadiklarini, ve uygarliklarinin bir anda neden yok oldugunu arastiriyorlar. Bu garip uygarlik MS 300'lerde dünyanin en gelismis uygarligiydi ama dünyanin günesin çevresinde 365 günde döndügünü bile bilen Mayalar tarihin en kanli kasaplariydilar ve yemeklerini dahi yarim birakarak birden yok oldular. Mayalar'in bilimi ve kültürü vardi, onlara bu bilgiyi kim ögretmisti?.


Isik ve sihir
Her yil ilkbahar ve sonbaharda, turistler, El Kastide Chicken Itza'nin etrafinda toplanip, günes Isiginin yavas yavas piramidin merdivenlerinden yükselip muhtesem iki iblis basinin taban oymasini izliyorlar. Bu piramit, yaradilis ve dönüsümün kudretli tanrisina, Kukulcan'a ithaf edilmistir. Piramitte 4 merdiven ve her merdivende 91 basamak bulunur. En tepedeki platformla birlikte bu basamaklar 365 adettir. Bu günese göre hesaplanan yila esittir ve Mayalar'in astronomide ileri olduklarini gösterir. ?blislerin baslari, dinsel ayinlerde kurban edilmis insan kemiklerinin ve onlarin altin mücevherlerin bulundugu dogal bir kuyuyu isaret etmektedir.


iste kralın esrarengiz ayini...!!!!!!!!!

Guetamala ormanlarindaki, kan kirmizi rengindeki piramidin önünde, büyük bir kalabalik saatlerdir ayakta bekliyordu. Kimse kipirdamiyordu; tüm gözler, piramidin dorugundaki atalarin bilgileriyle dolu süslü kafatasindaydi. Kalabalik kralin hareketlerini göremiyor fakat dinsel bir ayin oldugunu anlayabiliyordu. Kral yanardagda olusan keskin taslari alip penisini delecek ve sonra yaranin üstünü bir iple baglayip; kanin agaç kabugundan yapilmis kaba akmasini saglayacakti. Daha sonra bunu alip, bir ates yakacak, bu atesten yükselen duman araciligiyla iblisle konusacakti. Ve Kral, ortaya çikti pestemalinin altindan kanli elini göstererek, atalarinin mesajim daha öncelerde de oldugu gibi yine haykirdi; "Savas için hazirlanin" Kalabalik, nese içinde tekrarladi. Artik kan dökme zamani baslamisti.



KAN HASADI AYiNLERi
Eski Maya toplumunda politik ve dini olaylar, korkunç kan dökme ayinlerinin nedeniydi.


Savas, onlarin yasamiydi
Mayalar kimdi? inanilmaz büyüklükteki piramitleri Amerika'nin ortasina insa eden ve sonra birdenbire terkedip kaybolan bu insanlar kimlerdi? Neden o garip dinsel kurallara inaniyorlardi? Bu sorular bugüne kadar sayisiz bilim adaminin zihnini kurcaladi. 150 yil geçtikten sonra Mayalar daha anlasilir olmaya basladilar. Artik, Mayalarin MS. 250-900 arasinda yasadiklarini, dönemlerinin en gelismis yazi sistemini bulduklarini, matematikle ilgilendiklerini , astrolojik takvimler olusturduklarini ve piramitler insaa ettiklerini biliyoruz. Bugüne örnek olacak mimari örnekler bulundu, insaatlarini, yagmur ormanlarina zarar vermeden belli zamanlarda yapiyorlardi. Mayalar dogalligin bozulmamasi için bize iyi bir ders vermislerdir, Güney Belize'nin orman kapli daglarinda; yeni bulunan dört Maya kenti gösteriyor ki; Mayalar buralarda yasamaktan kaçinmislardi, iste buralari 900'lü yillarda yokolan Mayalarin toplumsal yasamlari hakkinda henüz çözülememis bir çok soruya isik tutacaklardi. "National Geographic" yazarlarindan arkeolog George Stuart; "Her sabah uyandiginida Maya'lar hakkinda ne kadar az sey bildiginiizi düsünüyorum, bu tropik iklimde nasil yasadiklarinin %1 ini ancak biliyoruz" diyordu. Kisitli imkanlara ragmen, arkeologlar, sanat tarihçileri, yazit uzmanlari, antropologlar, cografyacilar, ve dil uzmanlari yillardir Mayalarin pesinde. Ortada, "Mayamanik" bir durum var; Tennesse Üniversitesi arkeologlarindan Arthur Demarest son 4 yildir Kuzey Guetemala'da Maya kenti Dös Pilas'i inceliyor. Demarest'e göre ormanin içinde kayip kentler var; buralarda çözümlenemeyen yazitlar bulunuyor ve bu yazitlar Mayalarin ani yok olusunu açiklayabilir. Ortaya çikan bilgi patlamasi, siddetli tartismalar yaratti. Kimin kuraminin dogru oldugu tartisiliyor. Yine de uzmanlar bir görüs üzerinde fikir birligine vardilar; savas, Maya halkinin olusmasinda ve yasaminda kilit noktaydi.



Oyun topu
Mayalar'in top oyunlari hem eglence hem de dinsel törenler içindi. Seyirciler, sonuçlar üzerinde bahis oynarlardi. Günesin veya Ay'in sembolü olan bu top hep havada kalmaliydi. Topu düsüren kaybediyordu ama oyunu degil yasamim da; oyunun finalinde kurbanlar hazirdi. Galipler, kaybedenlerin baslarini kesip top olarak kullandilar ya da öldürüp vücutlarini piramitlerden asagiya sallandirdilar


Maya kentleri yasamak için degil miydi?
Mayalarin spordan dine kadar her konuda iskence ve kurban törenleri düzenliyorlardi. Meksikali Antropolog Carlos Navarette "Bu, Mayayla ilgilenenleri sok edecek bir iddiadir" diyor. Klasik Maya Kültürü'nün olusmaya basladigi MS 250'den sonraki yüz yillarda, küçük çatismalardan, büyük savaslara dönüsen kabile çekismeleri, görkemli kentlerin hayalet kasabalara dönüsmesine neden oldu. ilk batili arastirmacilar olan Stephens ve Latherwood, büyüleyici diye tanimladiklari Copan, Palenque, Uxmal ve digerleri hakkinda kitaplar yazmaya basladilar. Stephens'in yazdigi basarili kitaptan sonra onu, Catherwood ve diger yazarlar takip etti. Sonraki yarim yüzyilda Popol Vuh (Mayalari anlatan kutsal kitap) ve "Relacion de las Cosas de Yucatan" adli kitaplar yayinlandi. 16. yüzyildan sonra piskopos Diego de Lan da, Maya kültürüne karsi ispanyol zaferlerini anlatan bir kitap yazmisti. 1890'larda ise, ingiliz arastirmaci Alfred Maudsiay degisik kaynaklardan derleyerek, Maya kentlerinin mimarisini anlatan bir katalog olusturdu.
Tüm bilgiler, 19. Yüzyil bilginlerini hiyeroglif yazilarini yorumlamaya, Mayalarin tarihini yeniden incelemeye ve bu toplumun neden yok oldugunu arastirmaya itti. 20. yüzyilin ilk yarisinda daha çok kazilar yapildi ama hala ortaya ciddi bir sey çikmamisti. 1950'lerde Carnegie Enstütüsü'nden J. Eric Thompson ve SIyvanus Morley, bölgeyi incelemeye aldilar onlara göre bulunan kentler, yasamak için degil dinsel ayinler için yapilmisti. Yazitlarda astronomi ve takvim çalismalari yer aliyor, tarihi olaylar, çiftçilik yöntemleri ve tarinidan bahsedilmiyordu. Böylece bu mekanlarin sadece özel durumlar ve çalismalar için yapildigi kanitlaniyordu. Morley ve Thompson; Mayalarin yok oluslarina ait bilgileri antik kentlerden elde edemeyeceklerini düsünüyorlardi. Çagdas bilginler, daha iddiali ve umutlu, modern teknoloji gibi bir de avantajlari var;
örnegin radyo karbon testi.


Dos Pilos'ta çalisan Arthur Demarest MS. 761'den önce ve sonra olarak Mayalarin tarihçesini iki bölüme ayirdi. 761'den önce savaslar düzenliydi; kabileleri tek bir yönetim altinda toplamak için yapilirdi. Ama 761'den sonra savaslar; kabile üstünlügüne ve mallarin yagmalanmasina dayanmaya basladi. O yil, Dos Pilos Krali kabilelere dur demek için savas açti ama Tamarindito'da yakalanarak kurban edildi. Demarest'e göre; bu dönemden sonra ortaya çikan soylu kanun yapicilari, çikar ugruna birbirlerini yemeye basladilar ve güçleri çok artti. Böylece sivil iç savas basladi; iste bu da Mayalarin sonu oldu ve buna benzer olaylar baska bölgelerde de yasandi.


Susuzluk ve nüfus patlamasi kuramlari
Florida Üniversitesi arkeologlarindan Arlene ve Diana Chase'e göre Belize'de yaptiklari arastirmalarin sonucunda, kabile savaslari Mayalarin sonunu hazirlamisti. Bu iki arkeolog, kazilarda binalar üzerinde hasarlar tespit etmisler ve gömülmemis bir çocuk iskeletiyle, silahlar bulmuslardi. Bir çok uzman yok olusun nedenini savaslara baglarken, baskalari bunun hikayenin tümü olmadigini düsünüyor. Yokolmada rol oynayan bir diger neden; yagmur ormaninin ekolojik dengesindeki ani bir bozukluk olabilirdi. Arizona Üniversitesi arkeologu Patrick Culbert; "Yeralti çalismalarindan anladiginiiza göre, neredeyse orman tamamen yok olmus"diyordu.Su sikintisi, yok oluslarinda rol oynamis olabilirdi. Cincinnati Üniversitesi arkeologlarindan Vernon Searborugh ise, Tikal'deki kazisinda gelismis kanalizasyon sistemleri buldu. Yilin 4 ayi yagmurlu bir bölgede yasayan bu insanlarin ani bir susuzluga ugramalari gerçekten yok olus nedeni olabilirdi. Bir baska neden nüfus patlamasi olabilir, yirmi kentten toplanan bilgilerden anlasildigina göre km kareye 200 insan düsüyordu. Culbert'e göre;
endüstrisi olmayan bir toplumda nüfus bir sorun olabilir. Arastirmacilar, kazilarda, iyi gelismemis çocuk iskeletleri buldular, bu da yetersiz beslenmenin göstergesi olarak kabul edilebilir. Yine Culbert, böyle karmasik ve kalabalik bir toplumun çöküs nedeninin; savas, çilgin bir kral, açlik ya da susuzluk olabilecegini düsünüyor ve ekliyor "Böyle bir toplumun çöküsü için milyonlarca neden söylenebilir".

Takvimi ve dis dolgusunu bilen insanlar
Bu çöküsten çikarilacak ders nedir? Birçok uzman, çevreci mesajlar veriyor; Culbert;
"Nüfus patlamasi, ekolojik dengeyi bozdu ve milyonlarca insan öldü." diyor. National Geographic dergisi yazari George Stuart ;bu fikre katiliyor ve bu bilgilerin günümüz dünyasinin sorunlarini yeterince çözemese bile önemli uyarilarda bulundugunu düsünüyor. Ona göre en önemli mesaj, yagmur ormanlarini kesmemek ama digerleri bundan pek emin degil. Hiyeroglif uzmani Stephen Houston de, Mayalardan daha pek çok ders alinacagi düsüncesinde; "Çok farkli bir toplumdular ve onlari bir arada tutan çok baska bir seydi".


Arkeologlar, Mayalarin gerçekten farkli bir toplum oldugunu, onlarin günlük yasamlanndan çikariyorlar. Mezarlarda bulunanlar, gömütler, alelade evlerin mimarisi ve bulunan duvar resimleri; ortalama bir Maya gününün nasil geçtigini bizlere gösteriyor. 57 kisiden olusan tipik bir Maya ailesi kahvaltida sicak çukulata, yeterince zengin degillerse haslanmis misir ve seker kamisi yiyorlardi ve "atole"denilen bir içki içiyorlardi. Genelde evler tek odali ve çamur sivaliydi. Büyük olasilikla gün içinde misir, bezelye, tavsan ve hindi diger yiyecekleri arasindaydi.
Hasat mevsimi erkekler tarlalarda çalisirken, kadinlar evde yemek pisiriyorlardi. Günün sonunda tüm aile evde toplaniyor ve evin reisi küçük bir dini ayinle atalara dua ediyordu. Zamanlarini sadece tarimla geçirmiyorlar, piramitler ve tapinaklar insa ediyorlardi. Genelde dügün törenlerine kutlamalara, astrolojik ve takvimsel çalismalara katiliyorlardi. Böyle zamanlarda kral kurbanlar kesiyor ve top oyunlari düzenliyordu. Kaybedenler piramide asiliyor ya da kurban ediliyordu. Çiftçiler bu günler için yemek hazirlayip, standlar açiyorlardi. Mayalar'in gelismis bir estetik anlayisi vardi. Yale Üniversitesi antropologu Michael Coe "Mayalar" adli kitabinda; "Aileler çocuklarinin burunlanna onlarin gücünü artirici süsler takarlardi" diye yaziyor. Mayalar ayni zamanda bebeklerin iskeletlerine sekil vermek amaciyla onlari sararlar ve koni seklinde bir sapka takarlardi. Belki de günümüzün besik ve kundak aliskanligi onlardan miras kalmistir. Bazi arastirmacilar, bu sekildeki kafataslarinin bu aliskanligin sonucu oldugunu ileri sürüyorlar. Mayalar dislerini bazen "T" seklinde bazen de delerek doldururlardi (anestezi yapip yapmadiklari kesin degil). Dislerini çogunlukla degerli taslarla en çok da yesimle kaplarlardi. Coe'ya göre; genç erkekler evlenene kadar kendilerini siyaha boyuyorlar daha sonra ise degisik dövmelerle süsleniyorlardi. Bu bilgiler sadece bulunan nesnelerden degil geride biraktiklari hiyerogliflerden de ögrenildi.


GECMiSi YASIYORLAR
Meksika daki tur rehberleri bir öykü anlatirlar.Bir turist, korku içinde piramitlere bakar ve rehbere dönüp; "Bu binalarin hepsi çok güzel, fakat tüm insanlar nereye gitti?" der. Rehber kafasini alayci bir sekilde sallayarak cevap verir; "Su anda bir Maya île konusuyorsun, bizler hala buradayiz hiç bir zaman burayi terk etmedik". Yasanan karmasa, Maya bilmecesinin kalbindedir. Bilim adamlari binlerce yil Öncesindeki Maya imparatorlugu'nu arastirirlarken bugün Guatemala çevresinde 1.200.000,Belize çevresinde ise, 5.000.000 Maya insani yasiyor. Etnik olarak, onlar dünyanin en gelismis imparatorlugunu Orta Amerika'da kurmus insanlarin soyundan geliyorlar. Maya kalintilarini gezmeye gelen birçok turist Amerika'da eski Mayalarin torunlarinin yasadigini ögrenseler soka girerlerdi. Yüzyillardir olagelen kültür etkilenmesinden sonra Orta Amerika'da yasayan Mayalarin torunlari yeni kültür yaratarak yasamlarini sürdürüyortar. Orta Amerika'da yasayan Mayalarin torunlari simdi sadece gelen ziyaretçiler ?çin atalarinin kiyafetlerini giyiyorlar. 1992'de Orta Amerika'nin yerlileri olan Maya halkina karsi Meksika devleti tarafindan zulmedildi, yapilanlar, insan haklarina aykiriydi.1990'daki toprak kavgasinda 11 kisi,1988'de de Maya halkindan 100 kisi yakalanmis ve iskence edilmisti.

30 saat boyunca hiç bir tibbi müdahale olmadan aç birakildilar ve Mayalar, 140.000 Guetamalaliyi öldürecek gerilla savasina basladilar. Hükümet onlarin köylerini yakti.16.yy'da ispanyol istilasi sirasinda birçok yerli, dini inançlarindan uzaklastirildi. Kabartmalar yikildi, dini inançlarina ait olan hersey misyonerler tarafindan harap edildi.Yeni koloniler kurmak için köle gibi çalistirildilar.400 yil ispanyollar tarafindan ezildikten sonra Meksikalilar tarafindan isgale ugradilar ve hala öyleler... Bugün Meksika Hükümeti, insan haklari adina Mayalara esit sans taniyacaklarini açiklamasina ragmen; Mayalar hala sosyo ekonomik siranin en altindalar. Chipas'ta 9 tane yerli dili musuluyor ve Meksikalilar azinliklara ragmen iktidari ellerinde tutuyorlar. Ne yazik ki, yerli nüfusu ülke potansiyelinin çok üzerinde. Ayrica yerlilerin % 70'i su sikintisi çekiyor. Bu kötü kosullarda Birçok Maya insani modern ,yasam sartlarini reddederek eski aliskanliklarini sürdürüyor. Daglarda yasayan Mayalar, 4000 yil önceki atalari gibi yasiyorlar.




"Birden beyin kanallarim açildi..."Maya yazitlari, çesitli ilgi alanlari olusturdu. Güney Alabama Üniversitesi sanat ögretmeni Linda Schele eski yazitlar konusunda birdenbire ortaya çikan ilginç bir örnektir. 1970 yilinda Meksika ziyaretinde, Palenk konferansinda Schele; 7. Yüzyil baslarindan 8. Yüzyil sonlarina kadar yasayan yasa yapicilarin kanunlarini 2.5 saat süren bir konusmada açikladi ve bunlar dogruydu. Bu nasil olmustu? Çünkü Schele bir amatördü; Profesyoneller kabartmalarin açiklamasinin bir çesit içgüdüye ve sezgiye bagli oldugunu söylüyorlar. Verilen yazi sistemine uyularak çözülmüs olabilecegin'i de ekliyorlar. Linda Schele; "Aydinlanma dakikalari kariyeriniin dönüm noktasiydi. Birden beyin kanallarini açildi ve hersey yerli yerine oturdu" diye anlatiyor. Bu olaydan sonra, bir çesit dil çözüm devrinii basladi. Bölge genç tarihi yazit uzmanlari ile doldu. 34 yasindaki Stephen Houston ile 28 yasindaki David Stuart'da bunlara dahildi. Kariyerlerine çok küçük yaslarda baslamislardi. Maya arkeologu George Stuart'in oglu ilk Maya gezintisini 3 yasindayken yapmisti ve 1984'de 18 yasindayken çözdügü bir Maya grafigiyle, Maç Arthur Dernegi tarafindan en genç yazi çözücüsü ve dahi ilan edildi. Stuart'in sonraki projesi simdiye kadar çözülmüs tüm Maya yazitlarini inceleyen bir katalog yapmak. Neredeyse yüzyillik bir çalisma bu ve genç Stuart; "Bu çalisma benden sonra da aranan bir kaynak olacak" diyor.




Bir uygarligin umutsuzlugu
Örneklerde görüldügü gibi kabartmalarda propaganda da var. Düsünün, Körfez Savasi'ni anlamak için Saddam'in konusmalannin duvarlara yazildigini... Arlen Chase;
Mayalar'in politik ve sosyal yasamlarini çözmek için bu yazitlari okumanin yeterli oldugunu, arkeolojinin bunu saglamak için gerekli oldugunu ifade ediyor. Houston ise, yazitlarin propaganda ile dolu oldugunu, yine de bir toplumu anlamak için yararli oldugunu söylüyor.


Maya yazitlarini desifre etme üzerindeki tartismalar sürüyor, hiçbir zaman nihai çözüm bulunmayacak. Çünkü yeni bulgular farkli bakis açilari getiriyor. Chase'in arastirmalarina dayanarak söylenebilir ki, Mayalar orta sinif bir toplumdu. Mezar kazilari, yasam tarzlarinin, bilimsel yönleri kadar gelismedigini gösteriyor. Kimyasal toprak arastirmalari, iskelet incelemeleri bize onlarin hastaliklarini, tarini yöntemlerini hatta iklim kosullarini gösteriyor. Birçok arastirmaci ve bilim adami Mayalar'in yok olus gizeminin pesinde. David Freidel, Mayalar'in tarihte esine az rastlanan bir umutsuzluga düsmüs olduklari görüsünde; ona göre, geçmise bakildiginda Mayalar'in ulastigi bilimsel ve toplumsal düzeyin nedeni, hayalgücü ve reel eylemin disindadir çünkü onlar yasami anlamli kilmak istiyorlardi. Mayalar'in birden yokolus nedeni veya nedenleri hala bilinmiyor, dev bir uygarlik nasil ve neden kayboldu? Uxmal'da yansi yenmis yemek tabaklari hala durmaktadir;
kimden ya da neden kaçtilar ve en önemlisi su anda onlarin kalintilari nerede?


MAYA UYGARLIĞININ GİZEMİ
Binlerce yıldır gizemi çözülemeyen Maya Uygarlığı, esrarını korumaya devam ediyor. On dokuzuncu yüzyıl sonlarında Meksika’da yapılan araştırmalarda bölgenin gizemli uygarlığının izine rastlayan arkeologlar, sık ormanların içinde sanki doğa tarafından saklanmış gibi duran, dev taş anıtların ve tapınakların sırrını çözmek için araştırmalarını yoğunlaştırdılar. Bu balta girmemiş ormanlarda, Mısır piramitlerini andıran büyük taş tapınakların ve görkemli piramitlerin ne işi vardı? Nasıl, ne zaman, kimler tarafından yapılmışlardı? Üstelik bu dev taş binaları yapanlar Mısır hiyerogliflerine benzeyen yazılarla eserlerini süslemişlerdi de…
1869 yılında Fransız din adamı Brasseur De Bourbourg’un, Madrid Kraliyet Kütüphanesinde, bölgeye ilk gelen rahip Diego De Landa’nın eski kayıtlar arasında kaybolmuş ‘Relacion De Las Cosas De Yacatan’ adlı günlüklerini bulması, Batı’nın Mayaları anlamaya başlamasındaki en önemli adımlardan biri oldu…
Yucatan ise bugünkü hali ile de çok güzel…

Mayaların yerleşim alanları
Orta Amerika’da kendi dönemlerinin en büyük uygarlığını yaratan Mayaların yerleşim alanları, bugünkü Meksika’nın Yucatan, Campeche, Tabasco ve Chiapas eyaletlerinin yanı sıra, Gautemala’nın tamamını, Honduras’ın da büyük bir bölümünü kapsıyordu.
İ.Ö.600 yıllarına kadar süren bu şaşırtıcı ve gizemli uygarlığın kültürüyle ilgili araştırmalar derinleştikçe, sahip oldukları kadim bir bilgi birikimleri olduğu ortaya çıktı. Ne yazık ki, Mayalara ait ‘codex’ adını verdiğimiz az sayıda birkaç belge dışında elimizde sadece dev tapınakları ve piramitleri var…
Mayalardan bazıları, atalarından kalan tüm kültürün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu anlar anlamaz anlatıları yazıya geçirme gereksinimi duydular. 19.YY. da kendi dilleriyle ama Latin alfabesi kullanılarak yazılan ‘Popol Vuh’ adlı büyük destanları ve ‘Jaguarlar’ adıyla bilinen bir grup rahibin yazdığı ‘Chilam Balam’ adlı eserleri bu kaygıyı taşıyordu.

Olmekler
Mayaların yerleşim sınırlarının bittiği bölge diyebileceğimiz Tabasco yakınlarındaki ünlü Palenque kentinin biraz batısında, Meksika Körfezi’nin güney sahilleri yakınında bulunan antik kent La Venta’da, o bölgede Mayaların öncekileri gibi gözüken, bir başka gizemli uygarlık ortaya çıktı. Günümüzde, "Olmek" adını verdiğimiz bu uygarlığı kuranların kendilerini ne adla çağırdıkları bilinmiyor. Ancak bütün veriler, Mayaların sahip olduğu şaşırtıcı matematik ve astronomi bilgilerinin ve şaşırtıcı mitolojilerinin ana kaynağının, izleri İ.Ö. 1600 yıllarına uzanan Olmek uygarlığı olduğunu gösteriyor. Körfez bölgesindeki diğer etnik grupların, yani Mikstek, Zapotek ve Mayaların, Olmek etkisiyle biçimlendikleri ve ivme kazandıkları anlayışı yaygınlaşmakta. Ancak bilgi ve belge eksikliği, Orta Amerika arkeolojisi için hala en ciddi sorunlardan biri…

Garip bir biçimde, arkeologların bütün çabalarına rağmen, Meksika’nın hiçbir yerinde Olmek toplumunun gelişim aşamaları olarak adlandırılabilecek bir tek bulgu ya da işaret bile elde edilemedi. Sanatsal üsluplarının karakteristik biçimleri dev zenci başı heykellerinin yontulmasında ortaya çıkan bu insanlar, sanki hiçbir yerden gelmiyor gibiydiler.
Zecharia Sitchin’in Anunnaki teorisi, And Dağları ve Meksika’da yeni kolonilerden söz ediyordu. Sitchin’e göre Enki soyundan gelen ve Mısır’da yazının ve bilgeliğin tanrısı olarak saygı gören Thoth, Afrika’dan getirdiği deneyimli bir grupla (bu grup eski Atlantisliler de olabilir) Meksika’ya ulaşmış ve Olmek kentlerinin ilk kurucusu olmuştu.
Dil ve kültürler arasındaki açıklanamayan, garip benzerliklere ilişkin bir başka çalışma, 20.Yy.ın başında Meksika’da Yucatan bölgesinde araştırmalar yapan Fransız araştırmacı Eugustus Le Plongeon’a aittir. Yitik Atlantis ve Mu varlığına gönülden inanan ve iz bulma umuduyla gerçekleştiren Plongeon, 1914 yılında yayımladığı çalışmasında başta Mısır olmak üzere Meksika’nın Mayaları arasındaki benzerliklerden söz eder. Maya dili arasında hem ses hem de anlam olarak ortak olduğunu belirttiği yaklaşık 150 sözcüğü içeren bir mini sözlük vardır. İran ve Afganistan dolaylarındaki eski kent ve kabile isimlerinden 200 kadarının Maya dilinde anlamlı sözcüklere karşılık geldiği ileri sürülen bir de uzun listeye rastlarız. Yazara göre bu ilginç benzerlikler ve ortaklıklar, Atlantis’in ortadan yok olmasıyla eskiçağ uygarlıklarına ulaşan kültürel mirasın sonuçlarıdır.

Mayaların Hesap Yöntemleri
Mayaların noktalarla çizgilerden oluşan hesap yöntemlerinin atasının Olmekler olduğu ortaya çıkmıştır çünkü bu basitçe şu anlama gelir: Dünya tarihini uzun zaman döngülerinden oluşan, çağlar aracılığıyla bölümlere ayırma mantığı, sanıldığından çok daha eski bir uygarlığın Mayalara bıraktığı mirastır. Bu miras sayesindedir ki o şaşırtıcı duyarlılıktaki takvimin hesabına göre içinde bulunduğumuz son çağın, Beşinci Güneş’in, İ.Ö. 3113 yılının Ağustos ayında başladığı ve 2012 yılının aralık ayında da sona ereceği hesaplanabilmiştir.
Mayalar sıfırı bilen toplum olarak da bilinirler. Aslına bakılırsa, bugün korunan Maya dokümanlarının çoğu, ‘hesap’ ile ilgili belge parçacıkları. Ama bunlar, astronomik hesaplar; sıradan matematik işlemleri değil. Eldeki Maya belgeleri arasında en iyi durumdakilerden biri sayılan Dresden Kodeksi de bunlardan biri. İçerdiği matematiksel hesaplar ve sayısal ifadeler, bütünüyle gökyüzüne yönelik.

Mayalarda Zaman ve takvim
Mayaların zaman hesaplama araçları arasında ilk ve belki de en gizemli döngü, ‘Tzolkin’ adı verilen ‘kutsal takvim’dir. Sözlük anlamı ‘gün sayımı’ olan Tzolkin, 260 günlük bir zaman dilimini içerir ve iki farklı dizinin elemanları arasındaki bileşimle tamamlanır. Bu dizilerden birinde 1’den 13’e kadar uzanan rakamlar, değerinde belli bir sıra izleyen 20 adet ‘isim’ vardır.

Maya astronomisi ve Venüs Gezegeni
Venüs gezegeni, Maya astronomisinde çok özel bir öneme sahip. Kendi inanç sistemlerinde çoğu kez büyük ‘öğretici tanrı’ Kukulkan ile özdeşleştirilen Venüs’ün bir tam turunu; yani sabah yıldızı olarak gözden kaybolmasının ardından tekrar sabah yıldızı olarak belirinceye kadar geçen süreyi 584 gün olarak ölçmüşler. Modern astronomik gözlemlere göre bu periyot 583.92 gündür; yani Mayalar bu süreçte iki saatten de az bir hatayla, son derece hassas bir sonuca ulaşmışlardır.
Maya antik kentlerinde piramitlerin tepesinde yer alan odalar ya da Chichen Itza’daki ‘Caracol’ benzeri, doğrudan astronomi amaçlı, inşa edilmiş gözlemevleri, rahiplerin gözlem yöntemleriyle ilgili ipuçları sunar bize. Bu yapılar çoğu kez dört yönden de ufku görecek biçimde yüksek ve düz alanlara kurulmuştur. Hassas hesaplarla, gözlem odasını çevreleyen duvarlar örülmüş; bu duvarların üzerinde yer alan pencereler, doğrudan doğruya ufukta belirecek spesifik yıldızlara hizalanmıştır.
Yine Chichen Itza başta olmak üzere çoğu maya kentinde, tam tepe noktasına küçücük bir deliğin açıldığı ‘zenith gözleme odaları’ bulunmuştur arkeologlarca. Bütün bunlar, kullandıkları araçlar ne denli basit olursa olsun. Mayaların son derece dikkatli, pratik ve akıllıca gözlemlerle hem yıldızların yükseliş ve batış hareketlerini, hem de başucu (Zenith) geçişlerini izlediklerini ortaya koyar. Bu istekli ve hevesli astronomik etkinliğin onlara armağanı, olağanüstü ayrıntılı ve hassas Maya takvimidir.

Aztekler
Mayalar, dünyanın ‘dört güneş’ yaşayıp tamamladığını; halen ‘Beşinci Güneş’i yaşamakta olduğumuzu anlatırlar. Bu inanışa göre ‘Dördüncü Güneş’in sonunda su elementiyle ilgili felaketler, yani büyük seller ve sağanaklar yaşanmıştı. Tıpkı Tufan mitlerinde olduğu gibi. ‘Beşinci Güneş’in sonunu da, büyük depremler getirecekti. Atalarından Mayalara sözlü gelenekle aktarılan mitlerde hep yinelenen bu evrensel döngüden söz edilmektedir. Mayaların bütün sanat yapıtlarında, mimarilerinde, tapınak süslerinde, bilinçaltında yaşayan bu ‘yok oluş’ un getirdiği korkunun izlerini buluruz. Aynı üslup, çok daha sert biçimde Toltek ve Aztek kültürlerine de taşınmıştır. Bu nedenle, C.W.Ceram haklı olarak Orta Amerika uygarlıklarını ‘Korku İmparatorlukları’ olarak niteler.

Aztek Takvimi

Dairenin merkezinde, geride kalan dört çağ ve şu an içinde bulunduğumuz beşinci çağı simgeleyen glifler görülüyor. Aztek modeline göre de, Mayalarda olduğu gibi, içinde bulunduğumuz ‘Beşinci Güneş’, son çağdır. Ama onlar, bitiş yılını Mayalar kadar büyük bir kesinlikle bilmezlerdi ve takvimlerinde işaretli değildi. Biçimsel olarak, Güney Amerika’daki İnka uygarlığının kozmolojisinde de dünyanın tarihine ve evrendeki döngülere ilişkin Maya ve Azteklere oldukça paralel bir anlayış karşımıza çıkar. And Dağları’nın bu egzotik imparatorluğunun sakinlerinin de uzak atalarından dünyanın belli kritik tarihsel evreleri birer birer tamamlandığına ilişkin bir geleneği teslim aldıklarını görürüz.

Mayalarda Astronomi
Mayaların çağımızı yakalayan, bizim bulgularımızla birleşen oldukça yüksek bir astronomi bilgileri vardı. Dünya güneş çevresinde yıllık turunu tamamlarken, bir yandan da kendi ekseni çevresindeki dönüşlerini sürdürür. Bir güneş yılı bitinceye dek, 365,2422 kez eksen turunu tamamlayan gezegenimiz, çok daha uzun vadeli olarak, kolay fark edilmeyen iki farklı döngüyü de izlemektedir aslında. Bunlardan biri, ekseninin, yörünge düzlemine yaptığı açıyla ve bu açının çok uzun zaman dilimleri içinde değişmesiyle ilgili bir döngüdür. Astronomik anlamda, dünya ekseninin izlediği bu döngünün doğal sonuçları, dünyadan gözlem yapan biri için, gökyüzündeki ‘sabit’ yıldızların konumlarının belli bir düzene göre değişmesidir. Bu nedenle, sözgelimi bugün kuzey yönünü saptamakta hala yararlandığımız kutup Yıldızı’nın, bundan 2000 yıl önce tam kuzeyi göstermediğini büyük bir rahatlıkla söyleyebiliriz. Benzeri biçimde, kutuplardan ‘göksel ekvatora’ indikçe de, arka planda görülen takımyıldızların bulundukları konum da zaman içinde değişim gösterir. Bunun en tipik göstergesi, dünyanın güneş çevresinde izlediği yörüngenin dört tipik noktası olan ve mevsimlerin başlangıcını oluşturan ekinoks ve gündönümü noktalarının, bin yıllarla ölçülen zaman dilimleri içinde kaymalar sergilemesidir.

Bundan 2500 yıl kadar önce, gece ve gündüzün eşit olduğu ilkbahar ekinoksunda güneş, Koç takım yıldızlarıyla aynı hizadaydı. Dünyadan bakıldığında güneş, ay ve gezegenler, “ekliptik” ya da “tutulum çemberi” adını verdiğimiz düşsel bir çizgiyi izleyerek hareket ederler. Güneş, bu çizgi üzerindeki hareketi süresince,12 farklı takımyıldızın her birinde yaklaşık 30 gün süreyle konaklar. Elbette aslında ne böyle bir göksel yol vardır, ne de o yol üzerinde belli aralıklarla oluşmuş takımyıldızlar. Ama Sümerlerin kullandığı altmışlı matematik sistemine temel oluşturan bir yaklaşım doğrultusunda güneş, ay ve gezegenlerden gökyüzündeki hareketlerini izlemek isteyen eskiçağ astronomları, ilkin 360 dilime bölünmüş bir çember, ardından da bu çember üzerinde 30’ar dilimi içeren 12 “istasyon” belirlemişlerdi.

Bu istasyonların gökyüzünde kolay tanınabilmesi ve işaretlenebilmesi içinde, her bir dilimin içine yerleşen yıldız toplulukları belli doğal biçimlere, hayvanlara benzetilerek, “takımyıldız” dediğimiz gruplar yaratıldı. Uzayın ve evrenin derinliği içinde aslında birbirlerinden çok uzaklarda ve aykırı açılarda yer alan yıldızlar, gökyüzü iki boyutlu bir arka plan olarak düşünüldüğünde bir arada gruplanabiliyor ve böylece astronomik ölçümlerde büyük bir pratiklik sağlanıyordu. Tutulum çizgisi üzerinde otuzar derecelik 12 “istasyon” halinde saptanan ve “Zodyak Kuşağı” olarak bildiğimiz çemberi oluşturan takımyıldızların adlandırılması bu nedenle son derece önemli bir astronomik buluştur.

Mayalarda Astroloji
12 takımyıldızı birer “burç” olarak niteleyen ve ortalama otuzar günlük zaman aralıklarına yerleştiren klasik astroloji, bugün de kullanılan son biçimini eski Yunan zamanında almıştı. Bu nedenle, dönemin “takvim ilkeleri”ne uygun olarak yılı ilkbahar ekinoksuyla başlatıyor; ilk burcu da Koç olarak beliriyordu. Az önce de belirttiğimiz gibi bu son derece normaldi, çünkü bundan 2500 yıl önce ilkbahar ekinoksunda güneş, Koç takımyıldızının hizasındaydı. Aradan yaklaşık dört yüz yıl geçtikten sonra bu durum değişti. İsa’dan önce birinci yüzyıldan başlayarak ekinoksa rastlayan dönemde güneş, Balık takımyıldızıyla birlikte görünmeye başladı. Günümüzde söz konusu göksel konum yeniden değişmekte ve güneşin ilkbahar ekinoksunda uğradığı istasyon, Kova'ya doğru yaklaşmaktadır. Astroloji eski Yunan”daki popüler biçimini hala muhafaza ettiğinden, Zodyak günümüzde de Koç ile başlatılır.

Dünya Ekseni
Dünya ekseninin izlediği bir “yalpalama döngüsü” olarak ortaya çıkan presesyonun görünürdeki etkileri üzerine daha fazla örnek vermenin gereği yok. Belki buna, İ.Ö 4000 ile 2000 yılları arasındaki imparatorluklarda boğanın kutsal kabul edilmesinin nedeninin, söz konusu dönemde güneşin ilkbahar ekinoksu sırasında Boğa takımyıldızında olması eklenebilir. Aynı biçimde, İ.Ö. 2000’den sonra, eski Mısır tapınaklarında tanrısal önem atfedilen koç heykellerinin yer almasının, güneşin, ekinoks sırasında artık, Koç’ta olmasından ileri geldiğini söyleyebiliriz. Hatta, İ.Ö. birinci yüzyılın sonlarına doğru Kumran’da ortaya çıkan Essene mezhebinin ve aynı dönemde “Mesihçi” bir çizgiyi benimseyen Nasorilerin kendilerine amblem olarak balığı seçmeleri de bir biçimde presesyonla bağlantılıdır. İsa’nın balıkla ve balıkçılıkla bağdaştırıldığı Yeni Ahit metinlerini de anımsatıyor bu bilgiler. Söz konusu tarihlerde, ilkbahar ekinoksunda güneş, Balık takımyıldızıyla birlikte doğmaktaydı…

O halde, dünyanın ekseninde ortaya çıkan presesyon hareketi, ölçülebilir ve sabit bir döngüdür. Peki nasıl bir hıza sahiptir ve bir tam çevrim ne kadar sürede tamamlanır? Modern astronomik hesaplara göre, presesyon çemberinin 1 derecelik bölümü, yaklaşık 71.6 güneş yılında tamamlanmaktadır. Bu durumda, ilkbahar ekinoksunda güneşin takımyıldız değiştirmesine neden olacak büyüklükte bir hareketi, yani çemberin 12’de birini oluşturan 30 derecelik bölümü dünya ekseni, 2148 yılda tamamlayacaktır. Dolayısıyla, aşağı yukarı her 2148 yılda, ilkbahar ekinoksunda güneşin aynı hizada bulunduğu takımyıldızın değiştiğini söyleyebiliriz. Eksen çubuğunun başladığı noktaya geri dönmesi, yani presesyon döngüsünün tamamlanmasıysa, 12x2148=25.776 yıl sürecek; bu döngü boyunca güneş, ilkbahar ekinokslarında 12 farklı “istasyonda” eşit süreler geçirecektir.

Elde ettiğimiz sonuç, Mayaların beş çağ toplamına eşit olan 25,627 yıllık zaman dilimiyle şaşırtıcı biçimde yakınlaşır. İster istemez akıllara takılan kritik bir soruyu, yüksek sesle sorabiliriz şimdi: Acaba Mayalar presesyon olgusunu nereden biliyorlardı? Nasıl öğrendiler? Kimler öğretti? Ya da nasıl fark ettiler?

Mayalar ve 2012
Güneşteki hareketliliğin ve “güneş lekesi çevrimleri”nin dünya üzerindeki verimliliği; dolayısıyla uygarlıkların doğuş yükseliş ve çöküşlerini derinden etkilediğini düşünen Maurice Cotterell için Maya kodeksindeki tarih, çağın başlangıcından Mayaların gerilemesine neden olan etkenlerin ortaya çıkışına dek süren bir çevrimi simgelemektedir. 2012 yılındaki bitiş için Cotterell’in açıklamasıysa, daha önce defalarca gerçekleşen bir doğal olayın yineleneceği düşüncesi üzerine kuruludur: Güneşteki manyetik alan değişimleri, bu tarihte yeryüzünün manyetik kutuplarının da değişmesi sonucunu doğuracaktır.
Cotterell ile ortak kaleme aldıkları kitapta, Orion Mystery’nin yazarlarından Adrian Gilbert Orta Amerika’daki gizemli uygarlıkların kökeninde, bin yıllar önce bir felaket sonrasında yok olduğuna inandığı Atlantis uygarlığının yattığını yineler. Gilbert’e göre mısır ile Maya kültürleri arasındaki benzerlikler, her ikisinin de Atlantis çıkışlı olmasının doğal sonucudur ve bin yıllar önce Atlantis’i yok eden doğal afetlerin 2012’de yineleceğini bir biçimde bilen Mayalar, bize çok uzaklardan, bin yıllar öncesinden bir mesaj yollamışlardır takvimleriyle. Her iki araştırmacı da, dünyadaki uygarlığın varlığı ve gelişimini doğrudan etkilediğine inandıkları kozmik çevrimlerden ve bunların belli aralıklarla katastroflarla bitmesinden söz ederler ve bir biçimde Maya uygarlığının da bundan haberdar olduğunu ileri sürerler.

Mayalar niçin 2012 yılında “depremlerle” gelecek bir büyük afetten söz etmektedirler ?
Benzeri bir jeolojik hareketlilik dizisine ve küresel felakete, İ.Ö.1650 dolaylarında dünyanın büyük bölümünün tanık olduğunu biliyoruz. Birbirini tetikleyen depremlerle başlayıp, son aşamada binlerce kilometre uzakları bile etkileyecek olan The Ra’nın patlamasına dek varan ve Eski ahitin Exodus kitabına esin kaynağı oluşturan bu afetler zinciri, onuncu gezegen Nibiru/Marduk”un olağan yörünge periyodu içinde dünyaya tehlikeli biçimde yakın geçişiyle ortaya çıkmıştı. Sümer kaynaklarında yörünge periyodunun ilahi 3600 sayısıyla ifade edildiği bu gizemli gezegen, bir dahaki yörünge geçişini 2012 yılında gerçekleştirecek olabilir mi ?

Astroset olarak diyoruz ki, gezegenimizde binlerce yıldır kıyamet senaryoları yazılıyor, mitler ve efsaneler anlatılıyor, kehanetler yapılıyor. İnsanlara anlatılıyor ama kıyametin asıl anlamı üzerinde durulmuyor. Kıyamet sözcük olarak ‘Uyanış’ demek… Geçmişle ilgili Uyanış, değişim, dönüşüm dönemleri ve yaşanan katastroflar doğru ama gelecekle ilgili kıyamet senaryolarında ve kehanetlerde biraz dikkatli olmakta yarar var. İklim değişikliklerinden doğacak zararlar zaten yeterince uyanış sağlayacak gibi gözüküyor.. Bir gezegen etkisi de bazı kıtaları ilgilendiren yöresel etkiler yaratabilir yani bazı kıtalar sulara gömülebilir ama dünyanın tümünün zarar görmesi pek olası gözükmüyor. Özellikle bazı korunmuş bölgelerin… Yenilenmeye hazır ve uyanmış olanlara yeni ve arınmış bir gezegen gerekecek nasıl olsa?

Paleolitik çağ (yontma taş devri) teknolojisine dayanan, tekerleği bile tanımayan Maya Uygarlığı, yaşadıkları bölgeyi anıtmezarlar, görkemli tapınaklar ve gözlemevleriyle süslemiştir. Mayalar, gezegenimizin hiçten bir uygarlık kuran, geçmişi pek çok bilinmeyenle dolu, astronomi üzerine geniş bilgiye sahip gizemli ırklarından biridir.



133 yıl önce, John L. Stephens ve Frederic Catherwood, ilk keşiflerini Honduras’ta Kopan Köyünün yakınlarında, büyük zorluklarla yaptılar. İki yıl sonra yeni bir keşifte bulunarak bunun hakkında bir kitap yayınladılar. Bu kitap dünyada büyük yankılar yaptı, çünkü Amerika’da o güne kadar bilinmeyen bir uygarlık keşfedilmişti. Ve bu keşfin belki de en önemli yanı, Mayaların İspanyol istilasından önceki zamanlarda akıllara durgunluk verecek bir seviyeye erişmiş olmasıydı.
Güney Amerika’nın en çarpıcı özellikler taşıyan medeniyetlerinden biriydi MAYA. Maya uygarlığı en parlak döneminde yani 987 ve 1511 yılları arasında Guetamala’dan Meksika’ya kadar yayılmıştı. Mayalar henüz tekerleği bile tanımıyorlardı ama geride zamanımıza kadar gelen inanılmaz derecede yüksek seviyede bir uygarlık bırakmışlardı. Mayalar astronomide , matematikte , tıpta , eczacılıkta, fizik ve kimyada şaşırtıcı ilerlemeler kaydetmişlerdi. Kendi çağlarında yapmış oldukları gözlemevleri 18.yüzyıldaki Paris gözlemevlerinden daha mükemmeldi.
Günümüz bilim adamlarının büyücü olarak nitelendirdikleri İnka ve Maya operatörlerinin yaptıkları beyin ameliyatlarında aldıkları sonuçlara bu günkü tıp ancak erişebilmektedir. Trefinasyon adı verilen bu beyin ameliyatı , kafatasında belirli bir yerde dört köşe veya yuvarlak bir kapak açılması, beyin üzerinde gereken operasyonun yapılmasından sonra yeniden kapatılmasından ibaretti. Kafatasının özellikle tepe kısmında ağrı duymayan bir bölge bulunduğundan birkaç saat kadar süren ameliyat sırasında kişiye herhangi bir uyuşturucu madde vermeye bile gerek kalmıyordu.
Mayaların astronomi alanındaki başarılarını ve bilgilerini ispatlayan en ünlü örnek Maya Takvimidir. Bu takvim Dünya ve Venüs’le ilgilidir. Maya rahipleri ince ve kusursuz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Venüs gezegenindeki bir yıllık süreyi ve Dünyamızdaki yıl için vardıkları gün sayısı ise 365,2420 idi. Bu gün kabul edilen gün sayısı 365,2422’dir. Maya astronomlarının bir çalışması da ay takvimini çıkarmış olmalarıydı.
Sıfırı ilk defa yaratan ve hesaplarında sık sık kullanan Mayalar matematiğe karşı bir çeşit tutku duyuyorlardı. Bazı hesapları 64 milyonu , bazıları da 400 milyonu kapsıyor ve bütün bu hesaplar Venüs yılını , Dünya yılını hatta Ay yılını ve TZOLKİN diye adlandırılan 20 şer günlük 13 ayı olan Kutsal Yılı ölçmek için kullanılıyordu.

Mayalar zamanı devirlere ayırmışlardı. 7200 günlük, 144,000 günlük ve 64 milyon yıllık devirler gibi. Rakamlar Maya toplumu için dini ve bilimsel bir önem taşıyordu. Gezegen hesaplarından tapınakların inşasına kadar takvim her şeyin ölçüsüydü. Tapınakların inşası, yapılacağı yerin seçimi, binanın yüksekliği takvimin incelenmesinden elde edilen sonuçlara göre , belirli bir tarihte ve yerde yapılıyordu.
Bu astronomik takvim Maya uygarlığının sosyal, kültürel ve dinsel yaşantısını yönetiyordu. Astronomi ise temel bir ölçü olmuştu. Ama neden Maya toplumuyla uzay arasında böyle bir bağlantı vardı?
Tekrarlanan sembol gökyüzünden uçarak gelen , insanlara bilgi ve barış getiren , görev süresi sona erdiğinde ise yeniden geri döneceğini vaat ederek , uçan gemisiyle göklerde uzaklaşıp kaybolan Tanrı motifidir.
Meksika yerlileri Toltekler ve Mayaların benzer türdeki bir başka Tanrısı da Uçan Yılan KUKULKAN ya da KUETZALKOLT idi Efsaneye göre Kukulkan 19 arkadaşı ile birlikte Yucatan’a gelmiş, burada on yıl yaşamıştı. İnsanlara uygarlık ve iyiliğe götüren yasalar bıraktıktan sonra güneşe doğru uçup gitmişti.
1935 yılına gelindiğinde Palenque’de Tanrı Kukulkan olduğu sanılan garip bir yaratık heykeli bulundu. Geniş kemerli kısa bir pantolon, yakası açık ceket giyen tanrının başında da antenli bir miğfer vardı. Önü sivri , arkasından ateş fışkıran garip bir alete binmiş ve elini hemen önündeki bir dizi alete uzatmıştı. Ayağını da pedala benzeyen bir şeye basıyordu. İşte Güney Amerika yerlileri göklerden gelen Tanrı Kukulkan’ı böyle görmüşlerdi.
Yapılan araştırmalar Maya ve inkalar’ın beyaz Tanrılarının kullandığı uçan makineleri tapınaklarında, el yazmalarında şemaları ve açıklamalarıyla ayrıntılı olarak anlatıp çizdiklerini gösteriyor.
Troano, Magliabecchiano, Dresde el yazması gibi eserler bu gün dünyanın başlıca ulusal kitaplıklarında saklanırlar. Perez el yazması ise 1863 de Paris’te kraliyet, şimdiki adıyla Ulusal Kitaplığında bulunmuş , araştırmacı-yazar Robert Charroux’un yorumlamaya çalıştığı önemli bir belgedir. Charroux el yazmasında esas olarak şu sonuçları çıkarmıştır:
  • Gökyüzü
  • Uçan makine
  • Havalanmak üzere olan nesne
  • Venüs gezegeni
  • Buhar gücünü kullanan efendi
  • Buharın çok güçlü efendisi
  • Güneşe doğru uçuş
  • Işığı kullanan bir güç
  • Yeryüzünün üzerinde uçuş.




__________________
Halbuki Türk'ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet, esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.

Bundan ötürü, ya istiklal, ya ölüm!..

M.KEMAL ATAÜRK
Read On 0 yorum

YALCIN KÜCÜK GIZLI TARIH 1

08:17

irfan ÖZGÜZEL
GİZLİ TARİH I - Yalçın Küçük firat200 GİZLİ TARİH I - Yalçın Küçük

Read On 0 yorum

TAPINAK SOVALYELERi DÜNYAYI YÖNETME TEZGAHI

16:54
Vatikan ve Tapinak Şovalyeleri - Aytunç Altındal firat200 Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri - Aytunç Altındal

Read On 0 yorum

UYUMA TÜRKiYE DiNiNi DEGiSTiYORLAR SCiENTOLGY TARiKATI

14:22










DÜNYANIN YENi DiN ANLAYISINA
HAZIR OLUN
BU DiN FELSEFESiNi YAYARAK TÜM DÜNYANIN DiNiNi TEK BiR DiN VE iNANIŞ FELSEFESi HALiNE GETiRECEKLER
BAKIN BiZiM DiYORLAR SÜPHENiZ OLMASIN SIRA TÜRKIYEDE KÜRDISTAN PROJESi BUDUR
GOOGLE EARTH TTEKi iSARETLi YERLER ÖZELLiKLE YARI iNSAN YARI HAYVAN OLAN SÜRETLERE DiKKAT EDiNiZ VE HEPiMiZiN KULLANDIGI VEBiLDiGi FiREFOX iNTERNET BROWSER PROGRAMININ SiMGESi iCONUDA VAR 5.ci DAKKADAN SONRA YARI İNSAN YARI HAYVANDAN ZiYADE BiRDE YARI ERKEK YARI KADIN YAPMA PROJELERi VAR YAHOVA BELDEN YUKARISI KADIN BELDEN ASAGISI ERKEK OLARAK HATTA JB DEDiKLERi YOHiN VE BOGAZ DEDiKLERi 2 SÜTUN BiRi ERK BiRi DişiLiGi SiMGELER VE BUNLARIDA BELLi NOKTALARA DiKiYORLAR SULTAAN AHMETTEKi DiKiLi TAS ONU SiMGELER BUNLARLA BiRSEYLERiN MESAJINI VERiRLER.

Kutsal Ruh’a inanıyorum” dediğimiz zaman, insan kişiliğine girip onu değiştirebilecek ve bunu yapmayı isteyen diri bir Tanrı’nın var olduğuna inandığımızı ifade etmiş oluruz. J.B. PHILLIPS BUNLARIN TEK AMACI iSLAMI EN GÜçLÜ DiN iNANISINI YOK EDEREK TEK BiR DÜNYA DiNiNi KURUP DÜNYAYI ELE GECİRMEK DAHADA


AYRINTILARA GiRMEDEN BiTiRiYORUM ViDEOYU DiKKATLE iZLEYiNiZ
DÜNYADAKi iLGiNÇ YERLER VE BU DiNiN SiMGELERi HERYERE BiR KULP BULMUSLAR
Birçoklarının Tanrı olarak adlandırdığı şeye beynin insanoğlunu bağlamasındaki eşsiz rolünü keşfetmeden önce; onun fiziksel bedenle Yaradanın kaynağı arasında ilk bağlantı noktası olduğunu belirleyen insan kalbi hakkındaki bilimsel bilgiyi onurlandırmak gereklidir. SiNSi VE PROFESYONELCE SEYTANIN MEŞRULUGUNU ÜFÜRÜYORLAR ÇÜNKi ONLARDA SEYTANA TAPIYORLAR

Yakın zamandaki hayret verici bir kanıt; kalbin beyin şekillenmeden önce bile doğmamış olan fetusta atmaya başladığına işaret etmektedir.Bu sebeple, kalbin insan hayatını başlatıcı olan en temel konumu tamamen elinde bulundurduğu gözükmektedir. Tüm bunlara rağmen bilimadamları yine de bizlere fiziksel varoluşu veren bu temel otomatik-ritmik kalp atışı fonksiyonunun otomatik olarak başlamasına neyin sebep olduğunu keşfetmelidirler.

Nörobilimadamları şimdi daha önceleri bilinmemesine rağmen kalbin bazen kalpteki beyin olarak da adlandırılan kendi bağımsız sinir sistemine sahip olduğuna işaret ederek; sadece kalpte 40,000den fazla sinir hücresi (nöron) olduğunu keşfettiler.

Buna ilave olarak kalp; beyinden 5,000 kere daha büyük elektromanyetik bir alana sahiptir ve bu alan fiziksel bedenin ötesinde manyetometre ile 10 feete kadar ölçülmektedir.

Bu da; biz insanların iyileştirici (veya negatif) düşüncelerinin uzatılmalarına veya değiştirilmelerine olanak tanıyan, daimi olarak birbirine karışan enerji alanlarına sahip olduğumuza işaret eden dini öğretiler için bir dayanak oluşturmaktadır.

Kalbin enerji alanı beyninkinden daha büyük olduğuna göre; kalpten beyine gönderilen duyguların ve bilginin, yükseltilen sezgi yollu olan berraklığı ve artan iyi olma halini tanıtarak beyin fonksiyonları üzerinde çok derin etkilere sahip olabileceğini tahmin ediyoruz. Kalp ve beyin arasında karşılanan bu denge veya uyum hali minnetle stresi ortadan kaldırır ve kendinle barışık olmayla beraber yaratıcılık olarak adlandırdığımız kişisel duruma da izin verir!

Bu kuvvetli uyum herbir kişinin kalp ritminde başladığından dolayı kalbe; insanoğlunun doğumuyla başlayan aşırı hassasiyet, yüksek bilinç veya dini enerjiler arasındaki iletim hattı veya kanal gözüyle de bakılabilir.

Kalp uyumunun bilimsel olarak belirlenen bu durumu, insan kalbinin ruhun merkezi olduğunu belirten pek çok dünya dinlerinin öğretilerini de desteklemektedir. Dini öğretiler kişilerin uyumlu kalp enerjilerinden birleşmiş tek bir huzur dolu kalbe, manen ilham almış tek bir iyileştirici amaca dahil olmasının insanlığın bir vazifesi olduğunu ileri sürerler.

Beynin sevginin kalp enerji kuvvelerini desteklemedeki rolü hakkında daha fazla değerlendirme yapmaya başlamadan önce; bilimadamlarının insan beyninin pek çok bölgesinin ve sayısız aktivitelerinin nöron impalslarının hızlanmasıyla yanıp yanıp sönmesinin resimlerini gösterdikleri bir laboratuarda durduğunuzu hayal edin...

Belirli beyin bölgelerindeki sayılamayan bu nöral ışık aktivitelerini bilfiil gözlemledikçe, insan beyninin bu fonksiyonu görmesi için nasıl dizayn edildiğini merak ediyor musunuz? Bu beynin Yaradanınızla ince bir bağlantı sağlayarak, kalbinizle işbirliği halinde olduğunu hayal edebiliyor musunuz?

Beyindeki bu gizemli ışık aktivitesini izledikçe kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Gördüğünüz şeye herhangi bir parçanız inkar etmek veya iman etmemek istiyor mu veya kendinizde bu beyin ve gerçekten nasıl çalıştığı hakkında artan bir merak mı hissediyorsunuz? Hem beynin hem de kalbin insanların Yaradanlarından haberdar olmaları için yaratılmış olduğu fikrini keşfetmeye kendinizi istekli hissediyor musunuz?

Seven kalbinizin ve olağanüstü beyninizin fiziksel yaşam süresince gerekli olan dine yönelme ve destek için sağlıklı olmasını ve Yaradanınızla bağlantılı olmasını ister miydiniz?

Yakın zamanda yapılan pek çok bilimsel ve teknik keşifler arasında, çok şükür beynin Tanrının enerjisinin dini reseptörü (alıcısı) olduğunun temel gayesini belirleyen çeşitli araştırmalar var.

Nörobiyoloji, Nörokimya ve Nöropsikoloji gibi yeni gelişen tıp alanları ve PET (Pozitif Emisyon Tomografi), SPECT (Tek Foton Emisyon Hesaplanmış Tomografi) gibi teknik imajlama cihazları beynin belirli bölgelerinin aktivitelerini ve özellikle de beynin Tanrı kapasitesinin gelişme kaydetmesi gerekli frontal kısımlarını belirlemek için kullanmaktadırlar. Ve beyin o dini kapasiteye ilk kritik aylarında ve çocukluk çağı büyüme devresinde derhal açılım yapmalıdır!

Nihayet bilim; insanların uyumlu kalpleri ve uygun beyin gelişimleri aracılığıyla Tanrıyı tanımanın, sevgiyi hissetmenin mistik ifadesine erişmede dini öğretilerle birleşebilir.

Hatırlanması kesinlikle can alıcı olan şey ise; fiziksel yaşamla ruh enerji bağlantısının doğumda tamamen oluşmadığı ve ondan sonraki birkaç yıl içerisinde de tamamen elde edilebilir olmadığıdır.

Bir bebek doğduğunda, onun beyni bir yetişkin olarak sahip olması gereken nörolojik bağlantıların neredeyse %50sine sahiptir ve bu hızlı büyüme bundan sonraki birkaç sene içinde oluşmalıdır.

Bu dini kapasite eğer beyin normal fiziksel büyümesine ulaşmışsa; anneden ve aileden gelen daimi idrak veya akıl nuruyla (kalp sevgisi) geliştirilmelidir. Eğer bu temel büyüme yakıtı ilk aylarda ve yıllarda bulunmazsa; bebeğin beyin gelişimi bu temel idrak veya akıl nurundan veya sevgi enerjisinin yoksunluğundan çeşitli ciddi tepkilere yolaçarak, büyük ihtimalle kesilmiş olacaktır.

Bilimsel araştırmalar kişinin frontal beyninin eğer küçükken idrak veya akıl nuruyla ve sevgiyle düzgün bir şekilde gelişmezse; bu durumda neticelenen idrak veya akıl nurunun büyük bir olasılıkla çeşitli mümkün fiziksel, duygusal ve davranışsal problemlerle, disfonksiyonel (işlev görmeyen) bir beyine yolaçacağını açıklamaktadır. Görünüşe göre bu; beynin hem daha önceki evrimsel gelişiminden olan daha evvelki bölgelerinde hem de frontal loblarında ve korteks bölgelerinde daha fazla modern eklentiyi kapsaması nedeniyle idrak veya akıl nuru üzerinde etkili olmak için dizayn edilmiş olmasından dolayı ortaya çıkmaktadır.

Gerçeği söylemek gerekirse beyin bölgesinin aktivitesinde bir veya pekçok bölgedeki aksamalara ve dengesizliklere yolaçan; bu idrak veya akıl nurunun noksanlığıdır.

Yeni yaratılmış olan PET ve SPECT beyin tarama cihazı yakın senelerde Epilepsi (Sara hastalığı), Dikkat Eksikliği Bozukluğu, yaralanmalar, sayısız duygusal haller ve daha fazlasına sahip olan kişilerin beyinlerini iyileştirmeye yardım etmeye kendini adamış olan aydınlanmış doktorlara yardımcı olmaktadır. Onların çalışması 13-19 yaş arasındaki gençlerdeki ve yetişkinlerdeki alkol ve uyuşturucu bağımlıklarının beyin üzerindeki negatif etkilerinin imajlarını da göstermekte, onlardan vazgeçirmektedir.

Modern yaşamın düzensiz doğasından gelen artan miktardaki stresin Kortizol denilen toksik bir beyin hormonunu yarattığına inanılmaktadır. Eğer yüksek kortizol seviyeleri beyinde süresi uzatılmış dönemden daha fazla kalırlarsa, bazı kritik beyin bölgelerinin nöral aktiviteden tamamen yoksun olabilecekleri sonucuna varılmaktadır. Nöral aktivite durakladığı zaman, beynin frontal loblarındaki ışık aktivitesi kararmakta ve kişide saldırganlığı kontrol etme, negatif düşünceler ve duyguları düzenlemek için azalmış kabiliyet oluşmaktadır.

Kalp ve insan beyninin idrak veya akıl nuruna ve sevgiye olan ihtiyacı hakkındaki bu bilgiyi öğrenme amacının; çocukları negatif davranışlar sergileyen annelere ve ailelere, yüksek bilinçlerine bağlantıdan yoksun olmaktan dolayı acı çeken kişilere odaklanmadığını kavramak çok önemlidir. Aksine, sonunda Tanrıyla olan manevi bağlantıya erişmede hem kalbin hem de beynin idrak veya akıl nuruna ve sevgiye ihtiyacı olduğu idrak edilmektedir. Bu insanın bebeklik fiziksel büyüme evresinde kritik olarak doğrudur fakat ondan sonraki yetişkinlik yılları sürecinde de doğrudur.

Öyleyse bu bilgiyle biz insanoğlu; fiziksel yaşamımız süresince hem kalplerimizdeki hem de beyinlerimizdeki idrak veya akıl nurunun/ sevginin daimi yakıtıyla yaşamak için yaratılmışız. Kendimizi eğitmeliyiz ve elimizde olan herşeyi kalplerimizin ve beyinlerimizin düzgün şekilde fonksiyon gösterme yetisi için yapmalıyız. Bir kişinin beyninin iç durumu ve herhangi zarar görmüş veya dengelenmemiş alanları bir kez tarandıktan sonra ve rehabilitasyon (yeniden iyileştirme) için yeni yaklaşımlar uygulanabildiğinde sağlık farklı bir şekilde görülecektir. İnsan davranışındaki en temel unsurun soyaçekim veya çevre olup olmadığı hakkında uzun zamandır olan bir soru; kalp hakkındaki yakın zamanda olan keşiflerin kullanımıyla beraber yeni tomografi taramaları ve daha önceki on yıllarda bilinmeyen mevcut beyin imajlama bilgisiyle daha iyi anlaşılabilir.

İnsan türünü içten gelen ahlaksal yönelimlere ve pozitif duygusal davranışları korumaya neyin sebep olduğunu derinlemesine anlamanın ve insanlığın dini gelişiminde neyin hayati rol oynadığının farkına varmanın şimdi tam zamanıdır.

İnsanoğlunun yaratıldığı modeli, şimdiki evrimsel sürecimizin durumunu ve o modelin fiziksel hayatta nasıl en iyi şekilde ifade edilebileceğini bilmeye ihtiyacımız var. Bu belki de sevecen davranışımızı bütün insanlara, özellikle de bebeklere ve çocuklara karşı yetkili olabileceğimizi geliştirmede belirlenmiş andır. Negatif kişisel ve sosyal problemleri nasıl düzeltebileceği ve her kişinin insan özellikli olduğu, ruhani ifadesini kazanacağı daha parlak bir geleceği geliştirmeyi keşfetmek için pek çok yaratıcı kalbe ve zihne ihtiyaç bulunmaktadır.

Bebekler ve çocuklarla ilişkili olanlarımız bu süre zarfında kalp ve beyin bağlantısı hakkında kapsamlı bir biçimde okuyabilirler, sevgiye dayalı anne-babalık ve öğretiyi tartışabilirler ve beynin olağanüstü dizaynı hakkındaki PET ve SPECT fotoğraflarını açığa çıkartabilirler. Herkesin iyiliği için evvelden tasarlanmış değişiklikleri yerine getirmeye katılabiliriz. Anne-babalar, günlük-bakım bireyleri ve merkezleri, ev öğretmenleri ve bir çocuğa sahip her yetişkin; insan hayatındaki kalp ve beyin hakkında 21.nci yüzyıl bilgisini paylaşmada önemli bir halkayı temsil etmektedir.

Kalbi idrak veya akıl nuruyla zenginleştirilmemiş ve beyin deneyimine sahip olmayan yetişkinlerin çeşitli nöral ve elektriksel dengesizliklerden ve hatta dayanmış olabilecekleri stresle-uyarılan kortizol hasarından toparlanabilmelerini keşfetmeye yanaşacağız. Kuşkusuz bu doğal iyileşme en azından yeni çağın heyecan verici bir başlangıcıdır ve kalp-merkezli ve beyni sağlıklı, telepatik ve diğer olağandışı yeteneklere sahip olan yeni jenerasyonların doğuşu oldukça insan bilincinin müthiş bir dinsel genişlemesi olmaktadır.

Evet, bu akıl almaz derecede umut verici bir zamandır! Meditasyon ve dua, müzik ve ses, doğa ve onun yeryüzünden gelen sayısız sağlık veren ürünler gibi araçlara ve bize yardımcı olan bugünkü pozitif bilimsel ve teknik donatım araçlarına şimdiden sahibiz. Bizim şimdi kafa tutmamız, bize yardımcı olabilecek pek çok gelişme hakkında yalnızca bilgi sahibi olmak değil; onları kullanmaktır! Ve onları hem kişisel olarak hem de yerel ve küresel toplumda uygulamaktır. Barış bunun armağanıdır. Kafa tutup tutmamadaki sorumluluklarımızı kabul edeceğiz ve bu kalbi arayıp bulma ödülünü de hem kendimiz hem de çocuklarımız için kazanacağız.

İndigo çocuklar, Kristal çocuklar, Ozun çocukları gibi isimler ve v.s., insanlık gelişimimizin yeryüzüne dönen bilge ve sevgi dolu ruhlar tarafından yükseltildiği izlenimini uyandırmaktadırlar. Kalp ve beynin keşfi, Tanrı dizaynının eserleri olarak kendimizi anlamayı güçlendirmeye devam ettirirken; en sonunda belki de biz insanlar ana niteliğimizde ne kadar aynı olduğumuzu anlayacağız ve daha sonra da bunu herbirimizi tek bir aile olarak kabul eden eşi benzeri olmayan beyinlerimize ve kalplerimize uygulamaya

Foton kuşağı nedir?

Yüksek enerjili fotonlardan oluşan büyük bir kuşak. 2012 yılında güneş sistemimiz tüm gezegenleri ile birlikte bu kuşağa girdiğinde dünyamızın ozon deliği onarılacak ve tüm yaşam 3. boyuttan 5. boyuta geçecek. İnsanların 2 sarmallı DNA'ları ikişerli olarak biraraya gelip 12 sarmallı bir DNA'ya sahip olacaklar. Bu olay sırasında tüm insanların chakra'ları açılacak ve duyuları ve algılamaları artacak. Herkes birbirinin düşüncesini okuyabilecek. Bu ilk önce kısa süren bir kaosa neden olacak fakat daha sonra herkes bir düşünce birliği halinde bir araya gelerek, önyargının, yalanın ve kötü düşüncelerin olmadığı bir ortama geçilecek. İnsanlar birbirinin auralarını görebilecekler. 12 sarmallı DNA'ya geçiş sonrası insanlarda hiçbir hastalık kalmayacak, hasta olanlar kendilerini ve birbirlerini iyileştirebilecekler. İnsanlar ölümsüz olacaklar. Ölüm olayı ise fiziksel dünya'da kalmaktan vazgeçip başka bir boyuta geçmeye karar verme şeklinde olacak. Yani, dünya'da geri kalanlar (kalmayı seçenler) ölmeye (başka boyut gitmeye) karar verenlerin ortadan bir anda kaybolduğunu görecekler. Fiziksel dünyamızda kalmayı seçen insanların ışık bedenleri olacak ve bu cennete benzeyen ışıklı dünyada çok güzel vakit geçirecekler. Fiziksel olarak 2000 yıl sürecek olan bu olay sonrasında foton kuşağı güneş sistemimizi terkedecek.

Foton kuşağı ilk kez ingiliz astronom Edmund Halley (1656-1742) yılında Pleiades takımyıldızlarını kuşatan gazımsı bir kuşak olarak gözlendi (Halley kuyruklu yıldızını da keşfeden astronom). Fredrick Wilhelm Bessel ise foton kuşağının dönüş hızını keşfetti (herbir yüzyılda 5.5 derece saniye). Jose Comas Sol Pleiades takımyıldızındaki güneş sistemlerini keşfetti. Paul Otto Hesse foton kuşağının kalınlığını saptadı (2000 ışık yılı). Güneş sistemimiz her 25.860 yılda bir Pleiades çevresinde bir tur dönmektedir. Yani, yaklaşık olarak her 12.500 yılda bir güneş sistemimiz bu foton kuşağının içine girer. Güneş sistemimizin foton kuşağının içindeki yolculuğu 2000 sene kadar sürer. Yani, foton kuşağından çıktıktan sonra tekrar foton kuşağına girmek için 10.500 yıl geçmektedir. Bu devrelerin alt devreleri de vardır ama üst devre 206 milyon yıl sürer.

Foton kuşağının kendisinin de aurası var ve ilk aura katmanına (enerji seviyesine) 1962 yılında dünyamız (ve tüm güneş sistemimiz) girmiş durumda. Yani şu anda foton kuşağının düşük enerjili ilk kısmının içinde bulunuyoruz. Dünya'mız ikinci enerji seviyesine ise 1987 yılında girdi. 2012 yılında üçüncü enerji seviyesine girmesi sırasında 110-144 saat (5-6 gün) boyunca karanlıkta kalacağız. Üçüncü enerji seviyesine (foton kuşağının kendisinin bulunduğu esas enerjili kısım) girildiğinde ise karanlık sona erecek ve artık hiç gece olmayacak yeryüzünde. Sırasıyla yazarsak:

1. gün: 21 Aralık 2012'de kör bölgeye giriş, tüm canlıların beden tipinin değişmesi, hiçbir elektrik aygıtının çalışmaması, tam karanlık

2. gün: Atmosfer basıncının düşmesi, herkesin kendisini şişmiş hissetmesi, Güneş'in yeterli ısıtamaması, dünya ikliminin soğuması (buzul çağı soğuğu)

3.-4. gün: Atmosferin şafak vakti gibi sönük bir ışıkla aydınlanması, foton etkisinin başlaması, foton enerjili aygıtların çalışabilir hale geçmesi, yıldızların yeniden gökyüzünde belirmeleri.

5.-6. gün: 24 saatlik gündüz devresine giriş, kör bölgeden çıkıp ana foton kuşağına giriş, tüm canlıların güçlenip zindeleşmeleri, dünya ikliminin ısınması, foton ışınıyla çalışan gemilerin uzayda yolculuk yapmaya başlaması, telepati, telekinezi gibi psişik yeteneklerin ortaya çıkışı (uyanış, süperbilinç).

Kısaca, foton kuşağı dünya'daki tüm yaşam için çok büyük bir faydası olan, yüksek enerjili fotonlardan oluşan devasa bir kemer. Güneş sistemimiz bu kuşağa girdiği zaman tekrar çıkması 2000 sene sürecek. Foton Kuşağı (Manaşik Halka) kendi etrafındaki dönüşünü 25.860 yılda bir tamamlamakta ve güneş sistemimiz her bir 10.500 yılda bir foton kuşağına girmekte. Foton kuşağı torus şeklinde (araba lastiği biçiminde) bir kemer ve bunun kalınlığı (çapı değil, kemerin kalınlığı) 2000 ışık yılı. Önemli bir husus elektrikli hiçbir aygıtın ise foton kuşağına girildikten sonra hiçbir şekilde çalışmaması. 2000 yıl boyunca sürecek olan safhada elektrik enerjisi ile çalışacak araca ihtiyaçta olmayacak zaten. Çünkü süperbilinç halinde olma hali ve foton enerjisi kullanabilecek teknoloji ile elektrik enerjisini kullanmaya ihtiyacımız olmayacak.

Foton kuşağı (Photon Belt) konusunda daha detaylı bilgi için Virginia Essene'nin "Galaktik İnsan" kitabını tavsiye edebiliriz

SCiENTOLOGY

ÖRGÜTÜ

En ünlü üyesi Tom Cruise olan tarikatın geçen Ramazan'da iftar yemekleri düzenlediği ortaya çıktı Almanya’nın Hamburg Eyaleti İçişleri Bakanlığı, Scientology tarikatı konusunda Almanya’daki Türkleri uyardı. İçişleri Bakanı Udo Nagel, bakanlık bünyesinde Scientology’ye karşı bir çalışma gurubu oluşturulduğunu, bu grubun içinde de Türk vatandaşları için “özel bilgilendirme servisi” bulunduğunu belirtti. Nagel, “Scientology’nin son zamanlarda Türk derneklerinde yandaş kazanma çabasında olduğu tespit edilmiştir. Bu örgüte karşı Türk vatandaşlarının dikkatli ve hassas davranmalarını istiyoruz” dedi. Çalışma gurubu başkanı Ursula Cabera da, tarikatın son günlerde Türk derneklerinin içine girerek, gençleri uyuşturucuyla mücadeleyi kullanarak propaganda yaptığını söyledi. Scientology’nin Berlin’deki camilere kadar sızdığı Ramazan’da dinler arası diyalog adı altında iftar yemeği düzenledikleri iddia edildi. 1954’te bilimkurgu yazarı Ron Hubbard’ın Hollywood’da kurduğu tarikat insanların 75 milyon yıl önce galaksideki 76 gezegenden sürgün edilerek dünyaya geldiğini savunuyor. 10 milyon üyesi olan tarikatın ABD’den sonra en güçlü olduğu yer Almanya.

DÜNYANIN EN TEHLiKELi ÖRGÜTÜNÜN iCiNE SIZAN TÜRK GENCi


Bir ülkede eğer din konusu aşırı saldırıya uğrarsa, mevcut dini değerler konusunda insanlar sürekli saldırıya uğrarlarsa, elbetteki sapkın inançlar manevi bunalım geçiren gençleri tuzaklarına düşürmek için fırsat bekleyecekler. Nitekim ülkemizdeki bu manevi kaostan yararlanan bu tür sapkın fikirler lüks otellerde seks partileri vererek toplumdaki zafiyetleri de kullanarak ülke gençlerini tekellerine düşürmektedir. Mevcut dinimizin sapkınlıklara asla izin vermediğini biliyoruz. Ancak ülkemizde kutsal dinimize ve değerlerimize o kadar çok saldırı vardır ki gençlerimizde neye inanıp neye inanmayacağını şaşırmış durumda. Asırlardır kutlanan kurban bayramı bakın ne hale geldi, vay neymiş hayvan haklarımıymış, vahşetmiş falan filan. Şunu açıkça söyleyeyim birkaç yıla kadar Müslüman halklar kurbanı gizli Gizli kesmeye başlayacaklar. Bu toplumu bu hale getirenler utansın. Bu toplumun inanç değerlerine saldıranlar utansın.

Gelelim Scientology tarikatına. 11.08.05 tarihinde nokta dergisinde Tutkun AKBAŞ’ın araştırması bundan iki yıl önce bunu haber vermişti.

Londra’nın en işlek istasyonlarından Goodge Street’in hemen yanı başındaki Tottenham Court Road Caddesi’nde, nerdeyse dört yıldır hiç kaldırılmadan duran “Eleman aranıyor” ilanını gördüğünde, 28 yaşındaki İpek kendini şanslı hissetmişti. Çünkü İngiltere’nin en popüler eczanelerinden Boots’taki randevusuna daha 45 dakika vardı. Boots’un hemen çaprazındaki bu “Eleman aranıyor” ilanını değerlendirmek için vakit var demekti. İki katlı lüks binanın kocaman tabelasında yazan ‘Church of Scientology’ yazısının ne anlama geldiği konusunda da hiçbir fikri yoktu. Kapıyı çaldı, geniş bir salona girdi. Kendisini güler yüzle karşıladılar. Hemen beş sayfadan oluşan bir formu doldurmaya başladı. Kişisel bilgiler bölümünün ardından hiçbir iş ilanında karşılaşmadığı garip sorulara yanıt verip vermemek konusunda tereddüt etti: “Reenkarnasyona inanır mısınız? Geçmiş hayatınızda ne tür bir tecrübe yaşadığınızı biliyor musunuz? Hiç uyuşturucu kullanıp cezaevine girdiniz mi?” gibi birbirinden tuhaf onlarca soruya yanıt verdi. İstanbullu İpek’i -Londra’da başlayan öğrencilik serüveninde- bu iş görüşmesinin ardından ilginç olaylar silsilesi bekliyordu. İpek orada değil ama Boots’ta işe başladı. Ama her gün o tuhaf yerin önünden gidip geldi işine. Bir gün sigara almak için büfede beklerken 35 yaşlarında bir İtalyan erkek, sigara parasını verdi. Çünkü İpek’in bozuğu yoktu ve adam, centilmence bir hareketle İpek’le tanışma fırsatı da yakalamış oldu! Aradan uzun bir zaman geçti. Kısa bir seyahat için İstanbul’a döndüğünde, o esrarengiz İtalyan nerdeyse her gün Boots’a uğrayıp İpek’i sordu. Boots çalışanları durumdan kuşkulandılar. Yine aradan günler geçti. İpek otobüs durağında beklerken, kendisine gülen bir adamla göz göze geldi. Önce tanıyamadı, sonra hatırladı. Yine o adamdı. Yine aradan günler geçti. Bir gün İpek, bir İngiliz arkadaşıyla salaş bir İtalyan restoranına yemeğe gitti. Tam ilk içkilerini yudumlamışlardı ki, garsonlardan biri İpek’e gelip, “Size bir telefon var” dedi. İpek şaşırdı, inanamadı. “Yanlışlık olmasın” dedi. Garson, “Telefondaki ses sizi tarif ediyor” dedi. İpek telefonu aldığında, karşısındaki yine bu İtalyan’dı. “Benimle bir akşam buluşma sözü vermezsen telefonu kapatmam” dedi. İpek "Pekâlâ" demek zorunda kaldı. İlk buluşmaları gerçekleşti. National Film Theatre'da oynayan gizemli bir Fransız filmi 'Green Line'a gittiler. Sohbet sohbeti açtı. 35 yaşındaki İtalyan, İpek'e bir ara ağrılarından ve sıkıntılarından nasıl kurtulduğunu anlatmaya başladı. İtalyan'ın bir zamanlar karnında ciddi ağrılar varmış ve yok olmuş, çünkü bunun sırrını çözmüş. Meğer İtalyan, Ortaçağ'da bir şövalyeymiş. Karnından bir kılıç darbesi almış. Ağrılarının kaynağı buymuş. Bu gizemi çözünce de ağrılarından kurtulmuş. İtalyan, sonuç olarak İpek'e, insanın her türlü sıkıntısını çözmesinin yolunu, geçmişindeki izlerde araması gerektiğinden bahsetti. İşin ilginç tarafı, İtalyan, randevuya tıpkı İpek gibi, yeşil pantolon, turuncu bir tişört ve yeşil hırkayla gelmişti. Sanki önceden sözleşmişler gibi. Konuşmanın bir yerinde İpek'e, "Kırmızı palton çok yakışıyor" dedi İtalyan. İpek için film burada koptu. Çünkü takip ediliyordu.

EN TEHLİKELİ TARİKAT

Dünyanın en hızlı yayılan tarikati Scientology, bir çok ülkede tehlike çanları çaldırıyor. Almanya yasaklamaya hazırlanırken, ABD vergi almayarak bu tarikatı destekliyor. Bilimden yola çıkan tarikat, gizemli aleti ile ilgi çekiyor. Bu alet sözde beyni temizliyor.

Scientogy tarikatının Türk avına çıktığını tespit eden Hamburg Eyaleti İçişleri Bakanlığı, Türk vatandaşlarını uyararak, dikkatli ve hassas davranmalarını istedi.

Hamburg Eyaleti İçişleri Bakanı Udo Nagel, yaptığı basın toplantısında, bakanlık bünyesinde Scientology'ye karşı bir çalışma grubu oluşturulduğunu, bu gurubun içinde de Türk vatandaşları için "özel bilgilendirme servisi" bulunduğunu belirtti.

Türkçe olarak hazırlanan broşürlerin en kısa zamanda Türk dernekleri, sivil toplum örgütleri ve kuruluşları tarafından dağıtılacağını kaydeden Nagel, şunları söyledi:

"Scientology alı örgütün son zamanlarda Türk derneklerinde yandaş kazanma çabasında olduğu tespit edilmiştir. Bu örgüte karşı Türk vatandaşlarının dikkatli ve hassas davranmalarını istiyoruz."

HEDEF TÜRK DERNEKLERİGARİP VAATLERİ

Hayatta daha başarılı olma, her insanın şu anda olduğundan daha yetenekli hale gelebileceği vaadinde bulunuluyor. İşte bu vaatlerini tarikat ilginç bir aletle gerçekleştiriyor. İnsan vücuduna 1.5 voltluk elektrik verilerek zihin kontrol aleti gibi çalışan, yalan makinesine benzetilen E-Metre aygıtı.

Çalışma grubu başkanı Ursula Cabera da örgütün son günlerde Türk deneklerinin içine girerek, gençleri uyuşturucuyla mücadele için bilgilendirmeye yönelik propaganda çalışmalarında bulunduğunu belirterek, Türk vatandaşlarının bu konuda dikkatli olmalarını istedi.

DÜNYANIN EN TEHLiKELi ÖRGÜTÜNÜN iCiNE SIZAN TÜRK GENCi-2

İtalyan, İpek'e Scientolog olduğunu itiraf etti. İpek korktu. İtalyan, onu sürekli aradı. Bir gün İpek arkadaşlarına telefonunu açtırdı ve İtalyan'ı tehdit ettirmek zorunda kaldı. İpek'in işyerine çiçekler gönderdi. Yine mesajlar çekti. Sonra birden kayboldu. İngiltere'nin başkentinde yalnız bir Türk'ün başına gelen bu olay, belki binlerce Scientology vakasından biri.

Die Welt'te uyarı

Geçen şubat ayında Almanya’da yayımlanan Die Welt gazetesinde çıkan bir haber, Türkiye'yi yakından ilgilendiriyordu. Haberin başlığı, “Uzmanlar uyarıyor: Scientology Tarikatı Türkiye'de yayılmayı planlıyor” idi. Hamburg İçişleri Bakanlığı'nın Scientology Tarikatı ile ilgili araştırma yapan biriminde uzman olarak görev alan Ursula Caberta'nın uyarılarının da yer aldığı haberde, tarikatın gerçek kimliğini açığa vurmadan İstanbul'da kurulacak bir organizasyon ile Türk ekonomisine giriş yapma niyetinde olduğu iddiasına yer veriliyordu.

Bu arada aynı tarihte, 31 yaşındaki İhsan Göktaş,(YUKARIDA HAZIRLADIGIM ViDEODAKi TÜRK GENCi) yıllarca üye olduğu tarikattan ayrıldıktan sonra yayımladığı gizli raporda, Türkiye’nin Scientology’nin genişlemesi için seçilen 1 numaralı ülke olarak gösterildiğini açıklıyordu. Yıllarca tarikat hakkında elde ettiği bilgileri ve gizli Türkiye raporunu Hamburg Eyaleti İçişleri Bakanlığı Scientology Çalışma Grubu Başkanı Ursula Caberta'ya veren Göktaş, “Beni, tarikat düşüncesini Türkiye'nin dört bir yanına yaymam için seçtiler ve kullandılar. Hedef Türk ticaretini ele geçirmekti” açıklamasını yapıyordu. Dünya çapında 3500 civarında kilisesi, 155 ülkede faaliyeti ve 8 milyon üyesi olduğu bilinen, Tom Cruise, John Travolta, Nicole Kidman, Demi Moore gibi Hollywood yıldızlarının fanatiği olduğu, “Dünyanın en hızlı yayılan dini” iddiasındaki Scientology’nin Türkiye’de de faaliyet gösterip göstermediği hep merak konusuydu. Türkiye’deki temsilcileri ve bağlantılarına ulaşan Tempo muhabiri, Scientology’nin Türkiye’yi kendine yeni üs olarak seçtiğinin bilgilerini ilk kez gün yüzüne çıkarıyor.

Araştırmanın ilk ayağı Scientology’nin resmi internet sitesine atılan bir e-mail ile başladı. Gazeteci kimliği gizlenerek Scientology’ye atılan “Meraklı bir Türk” mesajına, Z.G. adında bir Türk’ten yanıt geldi. Mesajda, Türkiye’de irtibat kurabileceğimiz U.T. adındaki isimle ilgili bilgilere yer veriliyordu. Tempo muhabirinin yaptığı araştırmalarda, Z.G. ve U.T.’nin henüz yeni faaliyete geçmiş olan bir internet sitesi ve yayıncılık şirketinde de ortak oldukları ortaya çıktı.



Bu iki isim, İstanbul Ticaret Odası kayıtlarında henüz iki ay önce kurulduğu anlaşılan bir yayınevinin sahibi. Ayrıca Scientology’nin resmi sitesindeki Türkiye bağlantısında U.T.’nin ismi de yer alıyor. Tempo, uzun çabalar sonucunda hem Z.G.'yi, hem de U.T’yi konuşturmayı başardı. Bu arada Scientology’nin resmi internet sitesinde, Türkiye 'Starting Point' olarak belirlenmiş durumda. Yani faaliyetlerin başlatıldığı ülke.

Peki 8 milyon üyesiyle, yeni çağın bu kült tarikatının amacı ne? Scientology'ye inananlar neyin peşinde? Tarikatın temelini atan kişi, 1986'da ölen bilimkurgu yazarı Ron Hubbard. Tarikatın temelini attığı kitabının adı 'Dianetik: Ruh Sağlığının Modern Bilimi'.

Tarikatın varoluş hikâyesi ise ilginç: 75 milyon yıl önce, Xenu adında, gezegenler arası kötü bir savaşçı, birçok gezegenin yaşayanlarını öldürüp dünyaya getirmiş ve 'tetan'ları -yani ruhları- atmosfere yayan bir doğal afetler reaksiyon zinciri kurmuş! Atmosfere yayılan bu ruhlarsa, insanların bedenlerine girmiş. Şimdi Scientology’ye inananlar bunu çıkarmanın peşindeler!

Hollywood yıldızlarının üyesi olduğu, ABD'de devlet tarafından bile desteklenen, 'sır dolu' bir teknolojiyle, sıkıntılardan uzaklaştırma gerekçesiyle insanlara aletler bağlayan, dünyanın en zengin tarikatı Scientology, artık Türkiye'de. Türkiye'deki resmi, ekonomik faaliyetlerini bir yayıncılık şirketi üzerinden yapıyorlar. İnternet sitelerinin adı www.superkitaplar.com. Burada Ron Hubbard'ın kitapları pazarlanmaya başlandı bile. Bu arada, Türkiye'deki sayıları konusunda açıklama yapılmıyor.

Scientology Nasıl Örgütleniyor?

1. Bütün hedef aldığı ülkelerde çok sayıda alt örgütler ve paralel yapılanmalar ile biçimleniyor. 2. Hepsi Los Angeles’taki merkeze ve mesela Almanya içinde Kopenhag’daki ‘Advanced Organization’ adlı kuruluşa bağlı faaliyet gösteriyor. 3. Scientology’nin ekonomide işletmecilik, pazarlama, teknoloji pazarlama gibi hizmet sektörleri ile ilgilendiği biliniyor.

4. Kendileriyle irtibat kuran herkesle mutlaka iletişime geçiyorlar. 5. Küresel bir yönetim ağınca yönlendiriliyorlar. Yapısı çok sayıda örgüt ve gruptan oluşuyor. 6. En üst birimi Los Angeles’taki ‘Dini Teknoloji Merkezi’ (RTC). Başındaki isim: David Miscavige.

7. RTC’nin amacı, Scientology’nin teknolojilerinin doğru ellerde olmasını, doğru kullanılmasını ve üyelerin güvenliğini sağlamak. 8. RTC bünyesinde bir de ‘uluslararası işletmecilik’ birimi var. Burada sektör bazında stratejiler ve planlamalar yapılıyor. Bu bölümün başında adına ‘Watchdog-Committee’ denilen bir komite var. Bu komite teftiş ve denetleme faaliyetlerini yürütüyor ve bünyesinde çok sayıda sorumluluk sahalarını paylaşan gruplar var.

9. Scientology çeşitli örgüt türleri ve sektörlerdeki faaliyetleriyle dikkat çekiyor. Bunlarsa: Şöhret Merkezleri Sektörü, Uluslararası Scientology Misyonları Sektörü, Scientology Girişimciliği Dünya Enstitüsü (WISE) Sektörü, Daha İyi Yaşam ve Yetiştirme (ABLE) Sektörü, Altın Çağ Sektörü, Kamu Konuları Bürosu (OSA) Sektörü. 10. Scientology faaliyete başlayacağı ülkelerde ‘Clear’ adını verdikleri ilk uygulama projesi yürütüyor. Mesela ‘Clear Türkiye’ gibi.

11. ‘Gung-Ho’ adı verilen gruplar, tarikatın dünya hükümetini kurmak için sempati duyan veya yakın duranları Scientology bünyesine katıyor. 12. Tarikatın ayrıca ‘OSA’ adında bir de gizli servisi var. Daha önce adı Guardian Office olan bu örgüt, sonra ‘Department of Special Affairs’ (DSA) adını aldı. İsim daha sonra OSA halini aldı. Her ülkede bu gizli servisten bulunuyor.

13. İddiaya göre tarikatın bir de hapishaneleri var. Rehabilitasyon Projesi Gücü (RPF) ceza ve çalışma kampı gibi. Günde 18 saat çalışılan, konuşmanın yasak olduğu, gıda olarak sadece bezelye ve pirincin verildiği bu toplama kamplarının varlığı Alman makamlarının belgelerine dayanıyor. 14. Allah’ın varlığına inandıklarını ifade ediyorlar. Cennet ve cehenneme inanmıyorlar. Reenkarnasyon, inançlarının temelini oluşturuyor.

Scientology

LONDRA - Mesihleri, şeytani bir galaktik diktatörün milyarlarca uzaylı ruhu dünyaya bıraktığını anlatan bir bilim-kurgu yazarı. Aralarında John Travolta ve Tom Cruise'un da yer aldığı takipçileri, 'aydınlanma'ya ulaşmak için bir servet harcıyor. Rolling Stone yazarı Janet Reitman, Scientolojistleri dokuz ay boyunca inceledi ve dünyanın bu en tartışmalı dini hakkında geniş bir araştırma yazısı kaleme aldı. İşte Scientology'nin inanılmaz dünyası.

Bir misyonları var

Scientology, kurucusu L. Ron Hubbard'ın tanımlamasıyla 'gerçeği aramak' anlamına geliyor ve dünyanın en hızlı yayılan dini kabul ediliyor. 1954'te doğan dinin 159 ülkede 10 milyon üyesi ve 6 bin kilisesi olduğu iddia ediliyor. Toplam değeri milyarlarca doları bulan yedi kıtaya yayılmış gayrimenkulleri var. Karşılaştırmalı dinler uzmanı kimi akademisyenler, Scientology'yi geçtiğimiz yüzyılın en belirgin dinsel hareketleri arasında sayıyor.

Scientology köklerini Budizm, Hinduizm ve Hıristiyanlık dahil olmak üzere pek çok dinden alıyor. Tıpkı Mormonlar ve Evangelistler gibi Scientolojistler de bir misyona sahip olduklarını düşünüyor. Kendilerini, dünyayı ve hatta galaksiyi kurtaracak bir doktrinin ve yeteneklerin tek sahibi olarak görüyorlar.

Tom Cruise yılmaz elçi!

Kilise yetkilileri, Scientolojistlerin son beş yılda, önceki 50 yıldan daha fazla arttığını söyleyerek övünüyor. 1993'ten beri, vergiden muaf tutulan Scientology Kilisesi, üyeleri ya da finans kaynakları hakkında bilgi vermiyor.

Scientology hakkında eleştirel haber yapmak da cesaret işi, çünkü kilisenin eleştiren herkesi dava ettiği biliniyor. Yine de karşı olanlar (önemli bir kısmını eski üyeler oluşturuyor), internette çeşitli yayınlar yapıyor. Bunların içinde tartışma yaratan fotoğraf ve belgeler de bulunuyor.

Kilisenin halkla ilişkiler sorumlusu Mike Rinder, "Palavra bunlar" diyor ama bir yandan da geçtiğimiz yıl başlatılan 'imaj düzeltme' kampanyası sürüyor.

2005'te radyo ve TV'de Scientology konulu 289 bin dakika yayın yapılmış. Büyük kısmı, inancını açıklamak için defalarca TV programlarına katılan dünyanın en ünlü Scientolojisti Tom Cruise sayesinde yayımlanıyor.

Scientology Kilisesi'nin merkezi Florida'daki Clearwater şehri. Şehir merkezinde hepsi Scientology mülklerinin çevresinde bulunan yaklaşık 100 kadar güvenlik kamerası var. Bazıları bunu rahatsız edici bulabilir ama 17 yaşındaki Natalie Walet normal karşılıyor.

Natalie, Scientology'ye inanan bir ailede doğup büyümüş. O ve onun gibiler diğer çocuklardan farklı yetişiyor. Pek çoğu okul öncesinde özel eğitimler alıyor, ardından Scientolojistlerin Hubbard onaylı çalışma tekniğini kullanan özel okullarına kaydediliyor. Çoğu çocuk aynı zamanda öz denetim, dikkat ve iletişim üzerine kilisede düzenlenen kurslara katılıyor.

İlaçla tedavi yasak

Natalie'nin tek kötü alışkanlığı sigara. Alkol ve her türlü ilaçtan uzak duruyor. Çünkü Scientolojistler, pek çok hastalığın psikosomatik olduğunu düşünüyor ve ilaçla tedaviye karşı çıkıyor. Tüm Scientolojistler gibi Natalie de vücudunu geçici bir araç olarak düşünüyor.

O bir 'thetan'! Thetan'lar, trilyonlarca yıldır var olan ve bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdüren ölümsüz ruhlar.

Natalie, "Aslında çok sade bir inanışımız var, birçok ahlak ilkesini diğer dinlerle paylaşıyoruz. Bizimkinin özel yanı, günlük yaşamda kullanılabilecek bir teknolojiye sahip olması" diyor.

'Denetleme' şart

Teknoloji ya da 'tek', Scientolojistlerin L. Ron Hubbard'ın metot ve ilkelerine verdiği isim. Scientolojistlere göre Hubbard yarı peygamber, yarı öğretmen, yarı kurtarıcı. Yazdığı her kelime Tanrı kelamı gibi değer görüyor. Hubbard 1950'de yayımlanan kitabı 'Dianetics'te, zihinsel ya da bedensel bütün hastalıkların izlerinin 'engram' adı verilen psişik yaralarda bulunabileceğini öne sürüyordu. Doğum öncesi döneme de ait olabilen bu yaralar, kişinin bilinçaltına yerleşiyor.

Kurtulmak içinse 'temizlik' denen süreçten geçilmesi gerekiyor. Dianetics, 'denetleme' adı verilen ve engramları silmek için geçmişteki olayları yeniden deneyimlemeye dayanan bir terapi yöntemini telkin ediyor.

Denetlemenin büyük kısmı, E-metre (elektropsikometre) adlı cihazla yapılıyor. Denetçi denetlenene çeşitli sorular soruyor, denetlenen bunları cevaplarken yalan makinesine benzeyen E-metre, vücuttaki küçük elektrik akımlarını ölçüyor. Scientolojistler, cihazın bilinçaltına ulaşarak bilinçsiz yalanların köklerini açığa çıkardığını düşünüyor.

Dinin en üst seviyesi olan 'tam özgürlüğe' ulaşmak için bir köprü vazifesi gören aydınlanma yolundan geçmek gerekiyor. 'Tam özgürlüğe köprü'nün belirli aşamaları ya da dereceleri var. Üstlere tırmanmanın anahtarı yüzlerce belki de binlerce kez 'denetleme'den geçmeye dayanıyor.

Din mi, yoksa şirket mi?

Scientolojistler, bu yöntemin problem çözmenin yanı sıra ahlaki yanlışların düzeltilmesine de olanak sağladığına inanıyor. Her seansın amacı, bunu bir 'kazanç' (açığa çıkma anı) ile sonlandırmak. Bu, birkaç dakika sürebileceği gibi haftalar boyu da devam edebiliyor. Denetçi tatmin olana kadar denetleme bırakılamıyor.

Natalie, ailesi kilisede çalıştığı için, şimdiye kadar 'denetleme' ücreti ödememiş ama pek çok kişi bu hizmet için ciddi paraları gözden çıkarıyor. Scientology, bu açıdan özel bir yere sahip, çünkü bu dinde hemen hemen her türlü hizmet için ücret ödeniyor. Teologlar bu durumu geleneksel yaklaşımlara ters buluyor.

Kaliforniya Üniversitesi'nden Scott Bartchy, "Hareketi tartışmalı hale getiren şeylerden biri de gerçeğe ancak her aşaması için para ödenen bir gelişimden geçerek ulaşılabileceğinin öne sürülmesi. Bu yüzden pek çok gözlemci bunun bir dinden çok bir şirkete benzediğini düşünüyor" diyor. Aydınlanmaya ulaşmak için aile servetini, evlerini, arabalarını satarak yüz binlerce dolar harcayan pek çok insan bulunuyor.

Sekiz seviyeden oluşuyor

Natalie'nin anneannesi, Tom Cruise gibi OT (operating thetan) seviyesinde. Bu 'tam özgürlük' düzeyi OT VII'ye yaklaşmış olunduğu anlamına geliyor. OT'lerin cansız nesneleri zihinle hareket ettirebileceği, telepatik olarak haberleşebileceği, insan ve hayvan davranışlarını kontrol edebileceği öne sürülüyor.

Sekiz OT seviyesinden OT III, 'ateş duvarı' olarak anılıyor. Bu, evrenin sırrına vâkıf olunan seviye. Dinin dayandığı yaratılış hikâyesi de bu seviyede öğrenilebiliyor. Yıllarca bu bilginin çok tehlikeli olduğu ve bu düzeyden önce öğrenilmesinin ölüme bile yol açabileceğine inanılmış.

1995'te eski bir üye tarafından internette yayımlanan bu bilgi, o zamandan beri medyada yaygın olarak dolaşıyor. Metinde 75 milyon yıl önce, galaksinin çeşitli bölgelerinde 76 gezegeni yöneten Xenu adlı zalim yöneticinin aşırı nüfus problemini çözmek için 13.5 trilyon varlığı bir uzay gemisine toplayıp Dünya'ya gönderdiği bilgisi yer alıyor.

Dünyanın çeşitli yerlerindeki volkanlara düşen bu canlıların 'thetan' adlı radyoaktif ruhları, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış. Bu dağılım sırasında thetanlar, atmosfere kurulan çeşitli tuzaklara takılarak Tanrı, İsa, din gibi yanlış düşüncelere kapılmış.

İnsanlığın bütün problemleri, thetan'ların vaktiyle kapıldığı yanlış düşüncelerden kaynaklanıyor. Onlara göre, kurtuluşun tek yolu ise bu düşüncelerden kurtulmaktan geçiyor. (Observer)

Her şey 'Dianetics' adlı kitapla başladı

1950: L. Ron Hubbard'ın 'Dianetics: The Modern Science of Mental Health' (Dianetics: Akıl Sağlığının Modern Bilimi) adlı kitabı yayımlandı. Bu kitabın hızlı başarısından sonra Hubbard, düşüncelerini 'Scientology' adlı bir 'laik felsefe' haline getirdi.

1954: Scientology bir din olarak ilan edildi ve ilk Scientology kilisesi Los Angeles'ta kuruldu.

1955: Ünlü kişileri dine katmak için 'Project Celebrity' (Ünlü Projesi) adlı plan yürürlüğe girdi.

1966: Hakkındaki tartışmalar artınca Hubbard, Afrika'ya yerleşti. Daha sonra ise yedi yılını bir tekneyle Akdeniz'de dolaşarak geçirdi.

1977: Washington ve Los Angeles'taki Scientology ofisleri, FBI ajanları tarafından basıldı.

1986: Hubbard felç geçirerek öldü. David Miscavige, yeni lider oldu.

Müritler işte bunlara inanıyor

75 milyon yıl önce Xenu isimli zalim bir hükümdar, hükümdarlığındaki kalabalık nüfusundan 13.5 trilyon varlığı Dünya'ya yerleştirmiştir.

Bütün insanlar aslında ölümlüdür ve Scientology sayesinde tanrısal bir varlığa ulaşmaları mümkündür.

Psikiyatrik pratikler bireyin sağlığı için zararlıdır.

'Sessiz doğum' yapılmalıdır. Yani çocuğun doğum anı mümkün olduğunca sessizlik içinde meydana gelmelidir ki, çocuklar ileride de sükûnet içinde huzurlu bir yaşam sürebilsin.

Elektropsikometre (E-metre), acıyı ölçebilen bir makinedir. Makineye bağlı iki teneke kutuyu elinde tutan insanın, acı anıları iletilir.

Narconon, Scientolojistlerin uyuşturucu rehabilitasyon programıdır ve bağımlılıktan kurtulmanın tek yoludur.

Eşcinsellik ve mastürbasyon da dahil olmak üzere her türlü cinsel 'sapma' yanlıştır.

İnsanlar çoğu hastalığı kendileri yaratır.

Dinin mottosu, 'Her şey değişebilir'. Bu, insanların ve dünyanın problemleri çözülebilir anlamına geliyor.

Kristie Alley'den Priscilla Presley'e...

Tom Cruise'un çocuğuna hamile olan Katie Holmes, 'sessiz doğum' yöntemi kullanacak. Çift, çocuklarını bu dinin prensiplerine göre büyütmeye hazırlanıyor.

John Travolta, kariyerinin Scientology'den sonra yükselişe geçtiğine inanıyor.

Kristie Alley, kokain bağımlılığının üstesinden bu dinle geldiğini düşünüyor.

'South Park'ta Şef karakterini seslendiren Isaac Hayes, bir bölümde Scientology eleştirildiği için yapımdan ayrıldı.

Müzisyen Beck, Scientolojist bir ailede büyüdü ve bu inancın birçok insanın zor zamanlarını atlatmasına yardımcı olduğunu düşünüyor.

Priscilla Presley, eşi Elvis Presley, Scientology'ye inansaydı uyuşturucu yüzünden ölmeyeceğine emin. Çiftin kızı Lisa Marie Presley de uyuşturucuyu Scientology sayesinde bırakabildiğini söylüyor.

15. Scientology, bugün 40 yaşındaki, liseden terk ve ikinci kuşak bir kilise üyesi olan David Miscavige tarafından yönetiliyor. Tüm bunlardan sonra insanın aklına su takılıyor mevlana hazretleride insan ruhunun gizemine ve onunda rahatlamaya bozuksa tedavisinin olması gerektigine dikkat ceker.

Yıllar evvel avrupanın bir takım profları tarafından hz mevlanayı arastırmaya geliyorlardı kaynakları didik didik ediyorlardı kafalarında acaba dinlerle ortaya karısım yapıp bir din oluşturdularda bu din anlayısına bilimsel din bilimsel din felsefesimi dediler acaba diye düsünmeden edemiyorum.

Bu din felsefesinide insanlara kabul ettirip tek bir din tek bir dünya devleti tek bir yönetim biçimini bu hayallerini gerceklestirip emellerine ulasma zihniyetini kurmaya calısıyorlar,ve bunları insanlıga kabul ettirmenin yollarını arıyorlar buluyorlarda sadece uygulamaya gecirmek gerekiyor nemi radyo dalgalarıyla insanların beyinlerine sinyaller yollayarak canının armut isteyipte sonradan fikir degistirip karpuz yenmesi gibi.

Peki bu radyo dalgaları neler cep telefonları cep telefonlarının çekmesi icin sehrin 5 km uzagında olması gerekirken sehrin ortasına dahi artık konan vericiler bunlarla sinyaler yollama manyetik alan olusturma ve yollanan radyo dalgalarıyla insanların

kanlarının icindeki kan hücrelerinin bloke edilmesiyle beynin uyusması bu kıvamda olan birinede sinyal yoluyla ve medyada gösterilen showlarla haberlerle insanları bir yerden bir yere yönlendirme yöntemiyle gerceklestiriyorlar aslında beynin enerjisinin

biryerden bir yere göçüde denilebilir buna siz vatanınızı düsünürken medyada yada bir tartısma ortamında abuk subuk bir ideoloji fikrinde bulabilirsiniz kendinizi farkına bile varmazssınız ya ben vatanımı düsünüyordum teknolojide ilerlememiz gerek

ekonomiyi düzeltmek gerek egitimde sunlar sunllar yanlış düzeltmek gerek derken kendinizi en alakasız türban kürt türk meselesi icinde bulursunuz siz kürtler oguz boyundan gelmistir ve türktür diyene kadar mevzu dallanır budaklanır kürtlerinde hakkı var denilir tartısma sonun koca bir kafa sismesi ile biter.

Aslında sorunlarımız bu tartısmalara yer verilemeyecek önemdedir görünmezligi ışınlanmayı bulan japonya rusya uzaylılarla irtibatı sağlayan amerika meşhur 51.bölgesinde bunun çalışmaları hala yürütülüyor.

Eller uzaya biz yine yaya ugrasalım duralım daha demokrasi laiklik ATATÜRK'ün getirdigi berrak tertemiz suyu bulandıra bulandıra çamur haline getirdiler. Tam bir ekip işi bir muazzam organizasyon tipi hersey birbirine baglı anlamak icin bilmek gerek.

FETULLAH GÜLENiN SCiENTOLOGY TARiKATIYLA BAGLANTISI CIKTI ORTAYA

TIKLAYIN

Read On 1 yorum

Mesajlarınız

OSMAN PAMUKOGLU

OSMAN PAMUKOGLU
KORKAK TAVSANLAR KENDiSiNi KURNAZ SANAN TiLKiLER VE TARLA FARELERi PENCEMiZDEN KURTULAMAYACAKLARDIR.

GiZLi VASiYET DESiFRE OLDU

Eski Günler

___________ ___________ _______NiHAT GENC_______ _____________ ____________ BiZiM CESEDiMiZ SUSAR ANCAK DiYEREK HALKIN GÖNLÜNDE ADETA TAHT KURAN YAZAR NIHAT GENC AKPYE SERT ELESTiRiLERiYLE VE YÜREKLiLiGiYLE SKYTÜRK EKRANLARINDA HALKIN KARSISINDA OLMAYA DEVAM EDiYOR.BURAM BURAM ANADOLUYU YAZDIGI KiTAPLARIYLA VE EKRANDAKi, ESSİZ USLUBU VE ANLATIMIYLA TAM BiR HALK ADAMI BiR BASKA DEGiSLE GÖNÜL ADAMI KALEM VE SÖZ SAVASCISI ______________ ______________ _____________ AH OSMANLIM DÜNYANIN ETRAFINDA Ki GEZEGENLERi GÖSTEREN OSMANLI TASARIMI.

(*_*)

FARABi

FARABi (870-950) Türk-islam düşünürü... İslam disiplini içinde yetişmiş Türk düşünürlerinin en büyüğüdür.Aristoteles mantığına dayanan usçu bir metafizik oluşturmuştur. Amacı, Aristoteles'i, biraz da Plotinos'un yardımıyla, İslam diniyle uzlaştırmaktı... Bununla da yetinmemiş, İslam dinini de bilimle uzlaştırmaya çalışmıştır.nceleri Türkistan'da kadılık yaptı, sonra kendini büsbütün felsefeye verdi. Anadili olan Türkçe kadar Arapça, Farsça, Süryanice ve Yunanca biliyordu. Aynı zamanda hekim ve müzikçiydi. Yüzden çok kitap yazmış; Aristoteles, Platon, Zenon, Plotinos gibi Yunan düşünürlerini yorumlamış, bunların görüşlerine kendi görüşlerini katmıştır.SÖZLERi="Hiç bir şey kendiliğinden yok olmaz, böyle olsaydı, var olmazdı...Erdemlerin en büyüğü ilimdir."İnsan, bazen bir tesadüfle güzel işler yapar. Bazen de bu güzel işleri isteyerek değil, herhangi bir baskı altında yapmış olur. Böyle yapılan işler, mutluluk getirmez. ________________ _______________ _______________ _______________ __________MADDENiN ARDINDAKi SIR _______________ ______________ _______________ ______________ COCACOLA GERCEGi ___________ _______________ ____________ ______________ COCACOLA ICMEYIN ZEHIRDIR.SIYONIZMI MÜSLÜMANLARI ÖLDÜRENLERi BESLEMEYiN.AYRICA RESME TIKLAYIN VE ÜZERINDEKI YAZIYI INCELEYIN __________________ __________________

iBN-i SiNA

FiZiK METAFiZiK kİMYA TIP ASTRONOMi ALiMi.......İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler.bni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir. Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti. Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı. Pek az uyurdu. ________________ _______________ _______________ _______________ __________MATRiX FELSEFESi ANLAYISI MADDELERE HÜKMETME BEYiN GÜCÜMÜZ _______________ ______________ _________BEYiNiMiZiN GÜCÜ ___________________ _______________ _____________ ___________________ _________________ ________________ YAZAR:OKTAN KELEŞ _______________ YazdIgI sIradIsI kitaplarIyla acIkladIgI konularla herkesi hayrete düsüren bir okadarda bilgilendiren ve özellikle HZHIZIRLA ilgiliyazdIgI kitabInda kendisinin birebir yasadIgI olaylarI anlatan oktan keles medyadaki carpIklIklarI ve yalan kurgulu haberlerin asIl dogrularInI ve arkasIndaki sIr perdesini aralayarak herkesin gönlünde adeta taht kurdu.BIR MECZUBUN RÜYASI adlI kitabIn da HZ HIZIR ALEHiSSELAM LA ilgili kIsImda hz HIZIR 'ın ALANI HER YER OLAN BiR SAVASTAN SÖZ EDiLDiGiNi SÖYLEYEN KELES GÜNÜMÜZDEKi OLAYLARA BAKINCA BUNUN DOGRULUGUNU GÖRMEMENiN MÜMKÜN OLMADIGINI ANLIYORUZ.YazdIgI bu sIradI desife edici ve herkesi gönülleri zihinleri aydInlatan oktan keles yalanIn kurgulu haberlerin ve halkI aldatIcI bilgilerin üzerİne giden tüm dünyayI asaya YATIRABiLEN ve desifre edebilen KALEMiYLE SAVASAN ÜNiFORMASIZ BiR ALLAH ASKERi.